- ANA SAYFA
- YAYINLAR
- BÜLTEN ARŞİV
- SAYI 80 YIL: 2012
- Menâkıb-ı İbrâhîm-i Gülşenî
Menâkıb-ı İbrâhîm-i Gülşenî
Reşat Öngören
20 Ekim 2012
Değerlendirme: Emine Kaval
Menâkıb-ı İbrâhîm-i Gülşenî… Tarih Okumaları çerçevesinde Reşat Öngören’in başkanlığında tartışılan ikinci menâkıbnâme. Eserle ilgili temel bilgilerle konuşmasına başlayan Öngören şunları dile getirdi: Menâkıb-ı İbrâhîm-i Gülşenî isimli eserin müellifi Muhammed Muhyiddin-i Gülşenî’dir (ö.1608’den sonra). Halvetiye tarikatının Mısır merkezli bir kolu olan Gülşeniyye koluna mensubdur. Kadı naibi vazifesiyle Kahire’ye gittiğinde İbrâhîm-i Gülşeni’nin oğlu Şeyh Ahmet Hayalî’ye intisab eder, aynı zamanda damadı olur. Şeyh Ahmed Hayalî, yazmaya başladığı babası İbrâhîm-i Gülşenî’nin hayatını anlatan bir kitabı Muhyiddin-i Gülşenî’ye tevdi eder, o da 1604 yılında bu eserin yazımını tamamlar. 200’e yakın eseri bulunan Muhyi-i Gülşenî’nin 40 kadar eseri günümüze kadar gelmiştir. Bunlar içerisinde en ilginci Baleybelen’dir. Bu eser üzerine yapılan çalışmalar, Baleybelen’in dünyanın ilk yapay dili olduğunu ortaya koymuştur. Müellif mezkur eserinde Türk, Arap ve Farsların ortak anlayabilecekleri bir dil oluşturmaya çalışmıştır.
1570 yılında yazılmaya başlanıp 1604’de tamamlanan Menâkıb-ı İbrâhîm-i Gülşenî’nin esasen bir tarih kaynağıdır. Eser, sadece İbrâhîm-i Gülşenî’nin menkıbelerini içermez. Menâkıbnâme olarak isimlendirilişi nedeniyle gözden kaçan bu eser, diğer kaynakların bilgi vermediği tarih, kişi, dönem, kavim ve olaylarla ilgili net bilgiler vermektedir. Dolayısıyla mütereddit kalınan bazı tarihi olaylarda başvurulması gereken bir kaynaktır.
Eser öncelikle İbrâhîm-i Gülşenî’nin hayatını anlatmayı hedeflemektedir. Ancak Şeyh İbrâhîm-i Gülşenî gittiği yerlerde pek çok millet gördüğünden ve yöneticiler ile yakın ilişki içerisinde olduğundan, eserde Akkoyunlu, Safevi, Memluk ve Osmanlı devletleri hakkında verilen bilgiler tarih çalışmaları için ihmal edilmemesi gereken bilgilerdir Öngören’e göre.
Müellif eserine “beraat-i istihlal” adı verilen ve eseri özetleyen 6 satırlık bir giriş ile başlamaktadır ve ilk nur olarak Hz. Muhammed’in yaratıldığını ifade etmesi sebebiyle tasavvufî bir eser sayılmaktadır.
Eserin mahiyeti ve anlatım özellikleri ise şöyledir: Şeyh İbrâhîm-i Gülşenî’nin yaşadığı ve gittiği yerlerin sırasını takip ederek olayları anlatan Muhyi, ana metin arasında –şairlik yönü hasebiyle– Türkçe ve Farsça manzum parçalara yer vermektedir. Bir olayı anlatırken, yeri geldiğinde delil olarak ayet ve hadis kullanan müellif, bilgi kaynaklarını “falancadan dinledim” şeklinde ifade etmektedir. Yazarın İbrâhîm-i Gülşenî ile alakalı verdiği bilgiler ise oğlu Ahmet Hayali’den dinlediği bilgilerdir. Müellif sadece olayın içerisinde bizzat yer alıyorsa tarih vermekte, bu da eserin güvenilir ve sağlam bir kaynak olmasına zemin hazırlamaktadır. Dikkat çeken diğer bir husus, kerametlerden bahsederken, kerametleri kabul edilebilir şekilde açıklamaya çalışmasıdır. Ayrıca, bir olayı anlatırken olayın içerisinde yer alan başka şahıslardan nakiller vererek olayı tasdik eder. Tarikat meselelerinin anlatımında ise şeriat vurgusu yapmaktadır. Müellif bazen ayrıntılı bilgi için farklı kaynaklara yönlendirmektedir. İbrâhîm-i Gülşenî’nin ulemaya değer verdiğini gösteren olayları da zikreden Muhyi, Halvetiye tarikatında rüyalar önemli olduğundan, İbrâhîm-i Gülşenî’nin rüyalarına ve yaptığı yorumlara da geniş yer ayırmaktadır.
Sunumunun devamında mezkur menâkıbnâmenin bir tarih kaynağı olarak önemine işaret eden örneklerden bahseden Öngören, Safeviye tarikatının tarikattan devlete ve Sünnilikten Şiiliğe nasıl dönüştüğüne ve bu esnada yaşananlara dair malumat elde etmek için bu eserden faydalanılabileceğini görüşündedir. Buna göre mezkur eserden, bu mezhep dönüşümünün zorla gerçekleştiği ve Sünnilerin zulüm gördüğü anlaşılmaktadır. Eserde padişahlarla ilgili değerlendirmeler ve hatta eleştiriler bulmak mümkün. Sultan Murad’ın na-Muradolarak isimlendirilişi bu eleştirilere örnek olarak gösterilebilir.
Nakledilen başka bir olayda, Memluk sultanı Kansu Gavri, İbrâhîm-i Gülşenî’nin sözünü dinlemez, Yavuz Selim ve Şah İsmail’in cenk etmelerini önlemek için yola çıkar. Kansu Gavri Şah İsmail’i desteklediği için Osmanlı ordusu ile Mercidabık Ovasında savaşır, ancak yenilir. Kansu Gavri’nin ölümü ile ilgili, diğer tarih kaynaklarında yer almayan, farklı bir bilgi mevcuttur. Müellif, Baba Şatırdiye anılan Kansu Gavri’nin en yakın korumalarından birinin doğrudan anlatımına dayanarak, Kansu Gavri’nin savaşı kaybedeceğini anlayınca kaçmaya başladığını, 17 kişilik bir grupla uzaklaştığını, bir çöle geldiklerinde istirahat için bir müddet durduktan sonra ölü bulduklarını ve naaşını çöle gömdüklerini nakletmektedir.
Yeniçerilerin Bektaşi tarikatından ziyade Halvetiye tarikatına intisablarına, Fatih Sultan Mehmed’in son seferinde Acem diyarına gitme niyetine ve daha bunun gibi pek çok olaya dair, diğer eserlerde olmayan veya farklı aktarılan –gerek tarihe ve gerekse tasavvuf alanına ait– bilgiler bakımındanMenâkıb-ı İbrâhîm-i Gülşenîson derece değerli bir başvuru kaynağıdır Öngören’e göre.
2024 Güz Programı
Vakıf faaliyetlerinin en gelenekseli olan seminerler, her yıl güz ve bahar dönemlerinde gerçekleşiyor.
DETAYLI BİLGİ