- ANA SAYFA
- YAYINLAR
- BÜLTEN ARŞİV
- SAYI 67 YIL: 2008
- Hatıralarla Yakın Tarih-4: Ali Kemal, “Ömrüm”
Hatıralarla Yakın Tarih-4: Ali Kemal, “Ömrüm”
1 Ağustos 2008
Değerlendirme: Abdullah Saçmalı
Ömrüm, Ali Kemal’in hayatının ilk yirmi yedi yılını, çocukluğundan başlayıp Halep’ten Paris’e kaçtığı dönemi kapsayan 1868 ile 1895 arasını anlattığı hatıratına verdiği isim. Aslında Yazar eseri bir kitap olarak değil bir tefrika olarak kaleme alıyor. 1913 yılında çıkmaya başlayan tefrikalar, 1914’te kesintiye uğruyor ve nihayet 1919’da tekrar çıkarılarak 1920’de toplam 32 sayı ile hitama eriyor.
Hatıralarla Yakın Tarih programının dördüncüsünde tartıştığımız bu hatırat Ali Kemal’in ve o devrin birçok aydın ve entelektüelinin isimlendirdiği gibi “devr-i istibdad”a şahitlik etmesi, Osmanlı Devleti’nin hızlı bir modernleşme yaşadığı dönemlere ışık tutması ve II. Abdülhamid gibi geç Osmanlı dönemindeki kritik bir padişahın devrinde yaşanan hadiseleri aydınlatması sebebiyle –her ne kadar belli bir zaviyeden aktarılsa da– gayet değerli bir seviyeye yükseliyor.
Ali Kemal, hatıratın başlarında çocukluğundan, bu devirlerdeki İstanbul’dan, Süleymaniye’den ve özellikle babasından bahseder ve babasını detaylı bir şekilde tasvir eder. Dindar, geleneklerine bağlı, padişah efendisine sadık bir bende ve ticaretini yaptığı mumları camilere bilâ-bedel verecek kadar hayırsever, aynı zamanda zeki, işbilir bir tüccar portresidir bu. Babasının kendisini daha çok ticarete yönlendirmek istediğini söyleyen Ali Kemal, annesinden nadir bahsettiği yerlerden birinde, validesinin kendisinin iyi bir tahsil görmesinden yana olduğuna işaret eder. Bu ikilikten annesi ve tabii ki, kendi gönlü de okumakta, yazmakta, şiir söylemekte olan müellif galip çıkar. Bahsi geçen bu yıllarda, yazarın ihsasının da bir neticesi olarak, çok daha asude ve hoş bir İstanbul seyrederiz. Hem mekân anlamında hem de insan ilişkileri boyutunda vaziyet böyledir. Çünkü bu resimde, ailesine sahip çıkan, mesuliyet sahibi ve dirayetli bir baba, Süleymaniye’deki sabah namazları ve hemen arkasından, Gülistan, Baharistan gibi eserlerin okunduğu dersler ve sulh içinde bir toplum vardır.
Kitapta hemen kendini ortaya koyan hususiyetlerden başlıcasının üstün bir edebî zevkten süzülmüş estetik bir dil ve üslup olduğunu söylemek mübalağa olmayacaktır. Müellif, kitabı kaleme alırken kullandığı her kelimeyi hassas bir teraziyle tarttığını her yerde gösteriyor ve edebiyatçı kimliği eserin bütün kelimelerinde hissediliyor. Mesela şu satırlar herhalde bu tespite en güzel bir delildir:
“Mektep melce-i şebab olduğu için başka bir safvet ve safiyet muhitidir. İnsan hüznile itirafa mecbur oluyor. Bilâhare bâr-girân-ı hayat o rengârenk meşakkıyle, mezâhimiyle şebâbın o letaifini, mekârimini târâc eyliyor. Zaten nuhbe-i hayat nedir, bir zübde-i hatırat değil midir?”1
Yine dil, ve edebî seviye çerçevesinde dikkatleri çeken bir başka nokta da, bahsini ettiğimiz bu devirlerde çok yüksek bir edebî ve entelektüel seviyenin yaşanması ve bunun mebzul olması. Yani Mülkiye’deki öğrencilerin tamamına yakını seri şekilde ve içinde bulundukları duruma muvafık şiirler yazabiliyorlar. Ve yine nazımla yapılan muarazalara nazımla mukabele edebiliyorlar. İfade ettiğim gibi, böyle yüksek bir edebi-entelektüel seviyeye bu yaşta sahip olanların oranı, hatırattan anlaşıldığına göre hiç de düşük değil. Ali Kemal Gülşen isimli edebiyat dergisini on sekiz yaşında çıkarıyor ve burada yayınladığı şiirler Muallim Naci, Ahmet Midhat Efendi gibi o zamanın büyük ustaları tarafından takdir görüyor.
Ayrıca Ali Kemal, dönemin modasına uyarak yaptığı Avrupa seyahatleri ve sürgünler sebebiyle İstanbul haricinde birçok başka memleketi de görme imkânı buluyor ve gördüğü bu ülkeleri, şehirleri gayet ayrıntılı bir şekilde okuyucuya arzediyor. Mesela Halep’e sürüldüğü vakit, meşrutiyet, yahut kendi tabirleriyle “hürriyet” taraftarlarıyla irtibata geçme imkânı buluyor. Dönemin ideolojilerinin, tartışmalarının merkezden nispeten uzak bir eyalette nasıl makes bulduğuna şahit oluyor. Ve genelde, tanıştığı insanları da ikiye ayırıyor: hürriyetçi ve hürriyet muhalifi. Kendi siyasî hedefleri ile de ilgili olarak bazı gözlemler ve tespitler yapıyor. Mesela, kendilerinin muhalif olduğu padişahın Halep’te toplumun bütün katman ve kısımlarında ciddi seviyede bir prestijinin olduğunu görüyor ve şöyle söylüyor: “Haleb’in en bâlâ-per-vaz (yüksekten uçan), en azametli eşrafı, hattâ Müslüman ve Hıristiyan âyânı, büyükleri bile, Abdülhamid Hân’ın küçük bir taltifi, bir rütbe ya bir nişanı için çıldırırlardı.”2
Netice olarak şunu söyleyebiliriz ki, yakın tarihimizin hem edebî, hem siyasî kişiliğiyle böyle öne çıkan bir aydının ilk yirmi yedi senesini anlattığı bu hatırat, bu özellikleriyle yeterince büyük bir önemi haiz. Kitap okundukça, o devrin tipik ruh hali olan kaotik ve bölük zihni içeriden görme ve okuma-anlamlandırma imkânı ortaya çıkıyor. Ayrıca bir Jön Türk’ün kendi üzerinden kendi dönemini, bugünün anlaşılmasında ayrı ve özel bir önemi olan Tanzimat sonrası Osmanlı’sını anlatması, hatıratı döneme başka bir açıdan ışık tutan kıymetli bir eser konumuna yükseltiyor.
2024 Güz Programı
Vakıf faaliyetlerinin en gelenekseli olan seminerler, her yıl güz ve bahar dönemlerinde gerçekleşiyor.
DETAYLI BİLGİ