SEYRÜSEFER

Af­ro-Arap Bir Sen­tez: Su­dan
Ser­hat Orak­çı
 
Su­dan’a ayak bas­ma­dan ön­ce, ora­da bu­ra­da is­mi­ni sık­ça duy­du­ğum ama hak­kın­da te­fer­ru­at­lı bil­gi sa­hi­bi ol­ma­dı­ğım sı­ra­dan bir Af­ri­ka ül­ke­siy­di gö­züm­de. Ulus­la­ra­ra­sı med­ya­da sık­lık­la “Dar­fur kri­zi” ile anıl­ma­sı, zih­nim­de de­vam­lı kar­ga­şa­nın ya­şan­dı­ğı bir at­mos­fer can­lan­dır­ma­ma se­bep­ti sa­nı­rım. Sı­cak bir ik­lim ku­şa­ğın­da ol­ma­sı ise, gö­züm­de can­la­nan bu kar­ga­şa­yı da­ha da de­rin­leş­ti­ri­yor­du. Ka­vu­ru­cu sı­cak al­tın­da ka­bi­le­le­rin bir­bir­le­riy­le sa­vaş­tı­ğı­nı dü­şü­nü­yor­dum. İs­ter is­te­mez bi­raz ür­kü­yor­dum. Ney­se ki ül­ke­ye ayak bas­tı­ğım­da işin öy­le ol­ma­dı­ğı­nı gör­düm.   
Ye­ni bir coğ­raf­ya­da ge­çi­ri­len ilk ge­ce… Bö­lük pör­çük bir uy­ku. Gö­zü­mü her açı­şım­da da­ha sa­bah ol­ma­mış. Ku­la­ğı­ma ça­lı­nan ses­ler, gel­di­ğim yer­de alı­şık ol­du­ğum­dan fark­lı. Bir­kaç ara­ba­nın yol­dan ge­çi­şi. Is­sız ve ür­kü­tü­cü. Şeh­rin se­si fark­lı. Ge­ce kuş­la­rı­nın ötü­şü fark­lı. Ka­fa­mın üs­tün­de uğul­da­yan bir kli­ma. Oda­nın ta­va­nın­da çıl­gın­ca dans eden bir per­va­ne. Gün­düz­den ısı­nan oda du­var­la­rı hâ­lâ ra­hat­la­ma­mış. Bu­nal­tı­cı bir ha­va…
Sa­ba­hın ilk ışık­la­rı ile kız­gın gü­neş yük­sel­me­ye baş­lı­yor. Sa­ba­hın kö­rü ol­ma­sı­na rağ­men sı­cak­lık his­se­di­li­yor. Mus­luk­tan akan su­lar gü­neş­le bir­lik­te kı­zış­ma­ya baş­lı­yor. Sa­at öğ­le­ye yak­laş­tı­ğın­da mus­luk­tan akan su­ya el değ­mek müm­kün de­ğil. Sı­ca­ğa rağ­men şe­hir so­kak­la­rın­da adım­la­yan in­san­lar. O sı­ca­ğın al­tın­da kü­çük tez­gâh­la­rın­da sa­tış bek­le­yen es­naf­lar. Üzer­le­rin­de UN ya­zı­lı lüks jip­le­rin ara­sın­da te­laş­la do­la­na­rak tra­fik­te­ki araç­la­ra su sat­ma­ya ça­lı­şan ço­cuk­lar. Tam or­ta­ma alış­tı­ğı­mı dü­şün­me­ye baş­la­mış­ken, bir­den ay­lar­dan Şu­bat ol­du­ğu­nu ha­tır­lı­yo­rum. Mev­sim da­ha kış. Yaz yak­la­şı­yor.   
Su­dan’a da­ir ya­zıl­mış bir­çok ya­zı­da şu ifa­de­ye rast­la­dım: “Af­ri­ka kı­ta­sı­nın en bü­yük ül­ke­si.” Bu doğ­ru. Su­dan, bu­lun­du­ğu kı­ta içe­ri­sin­de yü­zöl­çü­mü açı­sın­dan en bü­yük top­ra­ğa sa­hip. Tür­ki­ye’nin iki üç ka­tı bü­yük­lük­te bir ül­ke. Ama Su­dan’ı di­ğer Af­ri­ka ül­ke­le­rin­den da­ha ay­rı kı­lan özel­lik bel­ki de bir ge­çiş ül­ke­si ol­ma­sı. En ka­ba hat­la­rı ile ül­ke Arap dün­ya­sın­dan Af­ri­ka dün­ya­sı­na ge­çiş özel­li­ği ta­şır­ken, ay­nı za­man­da Müs­lü­man bir ik­lim­den Hı­ris­ti­yan bir ik­li­me ge­çi­şi de sim­ge­le­mek­te. Bir kuş gi­bi Mı­sır’dan Su­dan top­rak­la­rı­na, ora­dan da kı­ta­nın da­ha aşa­ğı­la­rı­na sü­zü­le­bil­sek, uç­suz bu­cak­sız Nil Neh­ri’nin ya­nın­da bu ge­çi­şi sim­ge­le­yen özel­lik­le­ri de gö­rür­dük sa­nı­rım. Çöl ik­li­min­den ek­va­tor­yal ik­li­me ge­çiş; Arap kül­tü­rün­den Af­ri­ka kül­tü­rü­ne ge­çiş; ca­mi­ler­den ki­li­se­le­re ge­çiş bu ül­ke­nin bir ucun­dan di­ğer ucu­na uzan­mak­ta. Bu özel­lik Su­dan’a di­ğer Af­ri­ka ül­ke­le­rin­de de sık­ça rast­la­nan bir mi­ras bı­rak­mış: çok kül­tür­lü­lük. Hem ka­bi­le­sel, hem de din­sel ma­na­da bir renk­li­lik gö­ze he­men çarp­mak­ta. 
Ül­ke­nin baş­ken­ti Har­tum, tam da bah­set­ti­ğim bu ge­çiş nok­ta­sı­nın mer­ke­zin­de bu­lun­mak­ta. Ugan­da’dan çı­kan Be­yaz Nil ve Etop­ya’dan çı­kan Ma­vi Nil ne­hir­le­ri­nin bir­bi­ri­ne ka­vuş­tu­ğu “Ni­leyn” di­ye bah­se­di­len nok­ta­da yer al­mak­ta. Har­tum, ay­nı za­man­da ge­le­nek­sel ya­şam­dan mo­dern ya­şa­ma ge­çi­şi de sim­ge­le­mek­te. Özel­lik­le son yıl­lar­da ül­ke­de çı­kar­tıl­ma­ya baş­la­nan pet­rol ile baş­kent Har­tum’u “Af­ri­ka’nın Du­ba­i’si” yap­ma ha­ya­li de gün­de­me gel­miş. Baş­ken­tin Nil’i çev­re­le­yen be­re­ket­li top­rak­la­rın­da yük­se­len gök­de­len­ler ve ih­ti­şam­lı bi­na­lar bu de­ği­şi­min en bü­yük ha­ber­ci­si. Em­lak fi­yat­la­rı­nın ta­van yap­tı­ğı bu hav­za­da lüks otel­ler ve iş mer­kez­le­ri hız­la yük­sel­mek­te.
Su­dan var­lık için­de yok­luk çe­ken bir ül­ke. İn­san is­ter is­te­mez Hin­dis­tan’dan İn­gi­liz­ler ta­ra­fın­dan par­ça­la­nıp ge­ti­ri­le­rek Nil’in üze­ri­ne di­ki­len es­ki de­mir köp­rü­den aşa­ğı­da akıp gi­den İs­tan­bul bo­ğa­zı ge­niş­li­ğin­de­ki uç­suz bu­cak­sız neh­rin ses­siz se­da­sız su­la­rı­na ba­kar­ken böy­le dü­şü­nü­yor. Bu bi­le baş­lı ba­şı­na bü­yük bir ni­met bir ül­ke için. Su sı­kın­tı­sı­nın ya­şan­dı­ğı Sah­ra Hav­za­sı’nda böy­le bir su kay­na­ğı­na sa­hip ol­mak en az pet­rol ku­yu­la­rı­na sa­hip ol­mak ka­dar önem­li ol­ma­lı. İş ge­lip yi­ne Ba­tı’nın tek­ni­ğin­de tı­ka­nı­yor; bu su­yu de­ğer­len­dir­me­de, top­ra­ğa ak­tar­ma­da kul­la­nı­la­cak alet ede­vat­lar­da ki­lit­le­ni­yor. Kay­nak var ama tek­nik yok! Böy­le bir kay­na­ğa rağ­men ül­ke su sı­kın­tı­sı çe­ki­yor. Sö­mür­ge­ci İn­gi­liz­ler­den kal­ma alt­ya­pı ile ida­re edi­len ül­ke­de su eşek­le­rin çek­ti­ği tan­ker­ler­le ta­şı­nı­yor. Bu man­za­ra kar­şı­sın­da ben de ül­ke­yi ge­zen di­ğer ya­ban­cı­lar gi­bi ha­yıf­la­nı­yo­rum. Ola­yı ol­du­ğu gi­bi ka­bul­len­mek var­ken, bu neh­rin üze­ri­ne kaç ba­raj ku­ru­la­bi­le­ce­ği­ni he­sap­lı­yo­rum. Son­ra da ken­di ken­di­me kı­zı­yo­rum. 
Baş­ken­tin tam gö­be­ğin­de di­ğer­le­rin­den mi­ma­rî ola­rak fark­lı bir ca­mi be­li­ri­yor. İn­ce el iş­çi­li­ği dı­şa­rı­dan bi­le he­men fark edi­le­bi­li­yor ve ca­mi­nin ya­kın­la­rın­da Os­man­lı pa­şa­la­rı­na ait tür­be­ler be­li­ri­yor. Tür­ki­ye’den ol­duk­ça uzak­ta ol­ma­ma rağ­men hâ­lâ Os­man­lı top­rak­la­rın­da ol­du­ğu­mu id­rak edi­yo­rum. Os­man­lı’nın yap­tır­dı­ğı ca­mi­ler­de iba­det et­me şan­sı bu­lu­yo­rum. Os­man­lı mi­ra­sı de­nen şey bu ol­sa ge­rek. Da­ha ca­mi­nin av­lu­sun­day­ken yer­li hal­kın “De­de­le­ri­niz…” di­ye baş­la­yan cüm­le­le­ri ile mu­ha­tap olu­yo­rum. Ko­nuş­ma­lar­dan an­la­şı­lan, de­de­le­rim ki­mi­le­ri­ne gö­re sö­mür­ge­ci, ki­mi­le­ri­ne gö­re ise kur­ta­rı­cı. İn­sa­nın du­rup bak­tı­ğı ye­re gö­re gö­rü­şü de fark­lı­la­şı­yor.    
Ulus­la­ra­ra­sı kriz­ler­le is­mi­ni sık­ça duy­du­ğum, kat­li­am vs. id­di­ala­rı ile çal­ka­la­nan Dar­fur böl­ge­si­ne uzak de­ği­lim; bur­nu­mun di­bin­de. Baş­kent Har­tum’dan uçak­la iki sa­at­lik me­sa­fe­de. Ama baş­kent­te bir tu­haf­lık var… Bu­ra­da­ki­ler san­ki Dar­fur’u hiç duy­ma­mış gi­bi; kim­se­nin Dar­fur’dan bah­set­ti­ği yok. Kı­sa soh­bet­le­rim­de Su­dan­lı­la­ra sor­du­ğum­da ise, ağız­bir­li­ği et­miş­çe­si­ne Dar­fur’da so­run ol­ma­dı­ğın­dan, Ba­tı’nın ko­nu­yu bi­le­rek gün­dem­de tut­tu­ğun­dan bah­se­di­yor­lar. Tat­min edi­ci gel­mi­yor. Şa­şır­ma­mak müm­kün de­ğil. Baş­kent­te her­kes du­rum­dan hoş­nut gö­rü­nü­yor. Av­ru­pa ve Ame­ri­ka’nın id­di­a et­ti­ği kat­li­am­lar­dan kim­se ha­ber­dar de­ğil; bu du­ru­mu an­la­mak ol­duk­ça güç. Dar­fur san­ki ken­di ka­de­ri­ne terk edil­miş uzak­ta bir yer.
Baş­ken­tin beş on ki­lo­met­re dı­şın­da ise iş­ler de­ği­şi­yor. Pet­rol ge­li­riy­le in­şa edi­len gös­te­riş­li bi­na­la­rın ye­ri­ni der­me çat­ma ev­ler ve yo­lu ol­ma­yan en­ge­be­li so­kak­lar alı­yor. Baş­kent­ten uzak­laş­tık­ça fa­kir­lik da­ha da ar­tı­yor. Kır­sal ke­sim­ler­de ya­şam da­ha me­şak­kat­li. Alt­ya­pı yok. Eği­tim ve sağ­lık hiz­met­le­ri çok ye­ter­siz. İş­siz­lik ve has­ta­lık oran­la­rı yük­sek. Çev­re te­miz­li­ği yok de­ne­cek de­re­ce­de. Bü­tün bu olum­suz­luk­la­rın üs­tü­ne bir de sı­cak ek­len­di­ğin­de du­rum da­ha da tra­jik ha­le ge­li­yor.
Bü­tün bu olum­suz­lu­ğa rağ­men, Su­dan­lı­lar ta­vır­la­rın­da ve ina­nış­la­rın­da iç­ten, po­zi­tif ve gu­rur­lu. Di­ğer coğ­raf­ya­lar­da­ki Müs­lü­man­la­ra ör­nek teş­kil ede­cek ka­dar ma­ne­vi­yat­la­rı­na önem ver­mek­te­ler. Özel­lik­le na­maz­la­rı vak­tin­de ve ca­mi­de kıl­ma­ya bü­yük özen gös­te­ri­yor­lar. Baş­ka yer­ler­de na­dir rast­la­na­cak sün­net­le­ri ha­yat­la­rı­nın ru­ti­ni ha­li­ne ge­tir­miş­ler. Tüm olum­suz­luk­lar kar­şı­sın­da sa­bır gös­ter­mek­te ve ne olur­sa ol­sun mut­lu gö­rün­mek­te­ler. Ül­ke­de fa­kir­lik cid­di bo­yut­la­ra var­ma­sı­na rağ­men hır­sız­lık ora­nı çok dü­şük. Ço­ğu Af­ri­ka ül­ke­si­nin ter­si­ne, gü­ven­lik ya­ban­cı­lar için bi­le ol­duk­ça iyi. Af­ri­ka’da­ki ço­ğu ül­ke­nin ter­si­ne, AIDS ve te­ca­vüz va­ka­la­rı­nın ora­nı da çok dü­şük. Böy­le ni­te­lik­li bir in­san top­lu­lu­ğu­nu gör­dü­ğüm­de ül­ke hak­kın­da­ki tüm olum­suz­luk­la­rı unu­tu­yo­rum ve Su­dan’ın ge­le­ce­ği için umut­la­nı­yo­rum. So­kak­lar­da ya­lı­na­yak ge­zen ço­cuk­la­rın, iş­siz güç­süz bek­le­şen fa­kir in­san­la­rın du­ru­mu­nun iyi­le­şe­ce­ği­ne; has­ta­ne­ler­de­ki im­kân­sız­lık­la­rın, okul­lar­da­ki tüm so­run­la­rın gü­nü gel­di­ğin­de bir şe­kil­de hal­lo­la­ca­ğı­na ina­nı­yo­rum. 

EDİTÖRDEN

2024 Güz Programı

Vakıf faaliyetlerinin en gelenekseli olan seminerler, her yıl güz ve bahar dönemlerinde gerçekleşiyor.

DETAYLI BİLGİ


BİZİ TAKİP EDİN

Vakfımızın düzenlediği programlardan (seminer, sempozyum, panel, vs.) haberdar olmak için e-posta adresinizi bırakabilirsiniz.