- ANA SAYFA
- YAYINLAR
- BÜLTEN ARŞİV
- SAYI 83 YIL: 2013
- Ötekini Tasvir Etmek: XVI. Yüzyıl Osmanlı Tarihyazımında Kızılbaş İmajı
Ötekini Tasvir Etmek: XVI. Yüzyıl Osmanlı Tarihyazımında Kızılbaş İmajı
Yasin Arslantaş
14 Eylül 2013
Değerlendirme: Turgay Şafak
Osmanlı Devleti’nin on altıncı yüzyılın başında İran’da yeni bir güç olarak ortaya çıkan Safevîler ve onların Anadolu’daki Türkmen destekçileri hakkındaki algısının kökenlerini inceleyen “Ötekini Tasvir Etmek: XVI. Yüzyıl Osmanlı Tarihyazımında Kızılbaş İmajı” serlevhalı mastır tezi, yazarı Yasin Arslantaş ile tartışıldı. Bilkent Üniversitesi’nde hazırlanan tez Osmanlı tarih yazarlarının kroniklerde Kızılbaşları ve Kızılbaşlığı nasıl anladığı ve anlattığını, kaynakların satır aralarına girerek incelemektedir.
Arslantaş’ın vurguladığı üzere Kızılbaş kavramının on beşinci yüzyılın sonlarından itibaren kullanılmaya başlandığı görülse de Kızılbaş algısının temellerinin atıldığı dönem on altıncı yüzyıldır. Dolayısıyla bu yüzyılda yazılan tarih metinleri, özellikle Selîmnâme’ler oldukça önemlidir. Günümüzde de devam eden tartışmaların kökenini bulabilmek için bu eserlere müracaat etmek kaçınılmazdır. Mevcut literatürde konu genellikle arşiv kaynakları kullanılarak, daha çok siyasi tarih algısı çerçevesinde incelendiği için Osmanlı bürokrat ve entelektüellerinin Kızılbaşları nasıl tasvir ettiklerini ve onlara nasıl yaklaştıklarını yansıtmamaktadır. Arslantaş’ın çalışması bu yönüyle özgün bir çalışma.
Bir insanın veya insan topluluğunun kendini anlatabilmesi için öncelikle ötekini tanımlaması gerekmektedir. Dolayısıyla, Osmanlı tarih yazarları “öteki” olarak Kızılbaşları tanımlarken kendilerini nereye oturttuklarını da yansıtırlar. Öte taraftan, Osmanlı kronik yazımının sayıca artış gösterdiği dönemin II. Beyazıd dönemi olması tesadüfi değildir. Bunun başlıca sebebi Osmanlının Safevî tehlikesiyle yüz yüze kalması ve Anadolu’da Safevî destekçisi olarak yer alan Kızılbaşların varlığıdır. Böyle bir tehlikeye karşı bir nevi savunmaya geçen Osmanlı padişahı II. Beyazıd, İdris-i Bitlisi ve Kemalpaşazâde’ye Osmanlı tarihini Farsça ve Osmanlıca olarak yazdırmıştır. Arslantaş’ın, Osmanlı-Safevî veya Osmanlı-Kızılbaş tartışmaları on yedinci ve on sekizinci yüzyıllarda da devam etmesine rağmen, on altıncı yüzyılı tercih etmesindeki ana etken de bu yüzyıldaki tartışmaların daha yoğun ve sonraki yüzyılları belirleyecek şekilde yapılmasıdır. Nitekim on altıncı yüzyılda Selîmnâme’lerin yazılmasıyla çok güçlü bir Selim imajı yaratılır.
On altıncı yüzyılda 24 Selîmnâme yazıldığı hâlde Arslantaş, birbirinin tekrarı olduğu ve bunların hepsinin Osmanlı siyasi söylemine yeterli düzeyde katkı sağlamadığı gerekçesiyle çalışmasını 6 Selîmnâme, 3 Tevârîh-i Âl-i Osman türü eser ve Haydar Çelebi’nin Rûznâme’si üzerine bina eder. Keşfî’nin Selîmnâme’sinde Dimetoka’ya giderken babasının ölümünde Selim’in ciddi sorumluluğu olduğu anlatılır. Kanunî Sultan Süleyman bu gibi söylentileri bertaraf etmek ve Selim’in davranışını meşrulaştırmak için yeni Selîmnâme’lerin yazılmasını teşvik eder. 1514-1599 arasında, Hoca Sadeddin’in Selîmnâme’sine kadar Selim’in hayatını savaşları üzerinden anlatan bir edebiyat oluşmuştur. Hayatının büyük bölümünü Kızılbaş isyanlarına karşı koymak için harcayan Selim’in bu mücadelesi Selîmnâme’lerde de aksiseda bulmuş ve belirgin bir Kızılbaş algısı meydana gelmiştir. Bununla birlikte, Arslantaş’a göre Selîmnâme’ler çok büyük bir okuyucu kitlesine sahip değildir, sadece saray çevresinde okunmuştur. Halkın büyük çoğunluğunun bu kitaplara erişimi mümkün olmadığını için propaganda amacıyla yazılan bu tür eserler, sadece okuryazar kesim arasında yayılmıştır.
Bir diğer konu ise Selîmnâme türü eserlerin güvenilirliğidir. Propaganda amacıyla kaleme alınan bu eserlerin gerçeği olduğu gibi aktarmadığı, siyasi hedef ve güç gösterisi için yazıldığını verdiği örneklerle gösteren Arslantaş, Kızılbaş sorununun ortaya çıkışını da değerlendiriyor. Yazarın ifadesiyle, sorunun ortaya çıkışı Osmanlı Devleti’nin kurumsallaşmaya başlamasının ardından meydana gelmiştir. Merkezî yönetimin dışında yer alan göçebe topluluklar ve heteredoks Türkmenler kendi kültürlerini devam ettirmiş ve devlet mekanizmasının dışında kalmışlardır. Osmanlı’nın Sünni söyleminin artması ve devletin bir Sünni devlet olarak ortaya çıkmasının sebebi de Safevî tehlikesi olmuştur.
Müverrihlerin Çaldıran Savaşına bakışına da değinen konuşmacı Osmanlı kroniklerinde bu savaş haklının haksıza, hakkın batıla karşı savaşı olarak tasvir edilmiştir ve Safevîleri gerçek dinin dışında bir yere oturtur. Sunumda değinilen bir diğer konu da Tebriz meselesiydi. Selîmnâme’lerde yer aldığına göre Çaldıran Savaşı sonrası Tebriz’e giren Selim sadece 8 gün kalmış ve bu kısa sürede şehri abad etmiş, yıkık camiler imar edilmiş, dört halifenin isimleri camilerde yer almaya başlamıştır. Osmanlı kroniklerinde Safevîlere karşı yapılan suçlamalar ise özellikle İran’a karşı yapılan seferlerin meşrulaştırmasına hizmet etmektedir.
2024 Güz Programı
Vakıf faaliyetlerinin en gelenekseli olan seminerler, her yıl güz ve bahar dönemlerinde gerçekleşiyor.
DETAYLI BİLGİ