MOLA
Karanlıkların Tadı
(…)
Hatta bizim iklimde bile büyükşehirlerin gecesi artık bizi bu endişeye götürmüyor; biz onun karanlıkla uyuşturulmuşhayatınıyine etrafımızda, barındırdığıinsan fertlerinin talihiyle beraber kesif bir sessizlik içinde mumyalanmışolarak, adeta kendi kendisinin gölgesi olmuş gibi görüyoruz. Bugünkü şehir, şeddâdi bünyesi ve kaderile kendi başına olarak mevcut olan bir muayyeniyettir; ve her türlü metafiziğin dışında kendinde has bir rüyanın sahibidir.
Mimari eserleri, yerli hayat unsurları, unutulmuşan‘aneler ve ölüler ona müstakil bir surette sahiptirler. Baudelaire, bir şiirinde, sevdiği kadının gecelerinin benimsemek için kendi ölümünü beklediğini söyler. Bazıisimler ve beyitler de yaşamışolduklarışehrin gece saatlerine öylece hâkimdirler. Şahsa ait sokak ve semt isimlerinin muhayyelemizde hakikî hüviyetini almasıiçin gece saatlerini beklemek lâzımdır. Gündüzleyin bizim için Vefa olan semt, geceleyin Şeyh Vefa Efendi olur. Fakat bugünkü şehrin gecesine, tepesine asılmışkeskin sokak fenerleri altında her hülyayıezdiği gibi, bu hayaletleri de siliyordu. Her fener direğinde, sabaha kadar, içinde doğduğum şehrin hülyalarından birinin asıldığını, ıslak bir bez gibi rüzgârda sallandığınıve sarardığınıbu karanlık gecelerde öğrendim. Şimdi onlar bu işkenceden muvakkat olsa bile kurtuldular ve İstanbul içinde kendi varlıklarınıteşkil eden rüyayıserbestçe gezdiriyorlar. Artık bütün İstanbul velilerine sokak başlarında, tenha meydanlarda rast gelmek mümkündür. Fakat karanlıklar beraber nelerZ dirilmedi? Bu gecelerden birinde, simsiyah perdelerinden tek bir altın çizginin çok nazlıbir ninni ile beraber sızdığıbir pencere önünde, birdenbire eski kıyafetli bekçisiyle, ramazan davuluyla, eski külhanbeyleri ve gedikli sarhoşlarıyla, ellerinde cılız ışıklımum fenerleri maniler okuyan satıcılarıyla, yangın seslerinin ve acıvapur düdüklerinin eski İstanbul geceleri üstünde zaman zaman yaptığıhâileli mimariyle ve bilhassa hepsinin üstünde hayvanî insiyakın derinliğinden geldiği için hepsine hâkim olan ve bizde belki hilkatten beri gizli ve en cibillî bir miras gibi devam eden o iptidaî ve çok zengin korkuyu, evin hakiki velisi olan ölüm korkusunu uyandıran köpek ulumalarıyla eski mahalle hayatını, bin türlü mânasız ve zavallışeyin birbiriyle birleşerek yaptığıo şiirli terkibi canlanmışbuldum.
(…)
Ahmet Hamdi Tanpınar, Yaşadığım Gibi, İstanbul: Türkiye Kültür Enstitüsü Yayınları, 1970, s. 136-137
2024 Güz Programı
Vakıf faaliyetlerinin en gelenekseli olan seminerler, her yıl güz ve bahar dönemlerinde gerçekleşiyor.
DETAYLI BİLGİ