- ANA SAYFA
- YAYINLAR
- BÜLTEN ARŞİV
- SAYI 90 YIL: 2016
- Bir Kavram Olarak Adalet
Bir Kavram Olarak Adalet
Ahmet Okumuş
Değerlendirme: Hüseyin Etil
Küresel Araştırmalar Merkezi, geçtiğimiz Şubat ayı içerisinde Küresel Siyaset ve Adalet Konuşmaları başlıklı yeni bir tartışma dizisi başlattı. Programda merkezi bir kavram olan adaletin bir dizi konuşmayla etraflıca değerlendirilmesi öngörülüyor. İki alt bölüm hâlinde gerçekleştirilecek olan konuşmaların ilk bölümünde kavramın tarihsel ve teorik arka planı, geçmişten günümüze ele alınış biçimleri; ikinci bölümünde ise küresel siyaset içinde adalet kavramının vuku buluş tarzları irdelenecektir. Serinin ilk konuşmacısı, Şehir Üniversitesi Uluslararası İlişkiler ve Siyaset Bilimi öğretim üyelerinden, Bilim ve Sanat Vakfı başkanlığını yürüten Yrd. Doç. Dr. Ahmet Okumuş’tu.
Ahmet Okumuş, “Bir Kavram Olarak Adalet” başlıklı sunumunda adalet kavramının tarihsel dönüşümlerini ana hatlarıyla ele aldı. 19. yüzyılla birlikte görece geriye düşmüş olsa da, esasen kadim bir bahis olan adalet mevzuu, Okumuş’a göre, beşerin âlemdeki yerine ilişkin ilk söyleyişlerde karşımıza çıkmaktadır. Klasik dönemde adalet, tarafların payını istediği, “Benim payım nedir?” diye sorduğu bir erdemdir. Okumuş, adalet kavramını klasik siyaset tasavvuruna bağlayan hususun da burası olduğunu hatırlattı. Buna göre, klasik siyaset, ‘doğru yer ilmi’ anlamına gelir. Şeylerin ideal konumuyla ilgilenen kadim siyaset anlayışı bu yüzden topografik bir imaj çizer. Bu imaj kimin nerede duracağını gösterir. Topografik siyaset düşüncesi, her şeyin doğal yerine meylettiği klasik kozmoloji anlayışından esinlenmiştir. Klasik nizam-ı âlemde şeylerin doğal yerlerine meyletmeleri, aynı zamanda herkesin hayrına olanı da gösterir. Adaletin paylamasıyla doğru yerin gösterilmesi bu nedenle üst üste biner. Okumuş’a göre bu fikriyatın klasik dönemdeki tipik ismi Platon’dur. Platon, doğru düzen olarak adalet anlayışının ilk örneğini verir. Bu örneklik aynı zamanda model olarak adalet anlayışının da güzel bir temsilidir. Platon’un Devlet’i, orta zamanların büyük varlık zinciri, Marx’ın sınıfsız toplumu, model olarak adalet geleneğinin farklı dönemlerdeki ifadeleridir. Topografik imaj uzun yıllar boyunca adalete ilişkin sezgilerimizin ve idare etme tavrımızın temel referansı olmuştur. Buna karşın adalete dair pratik duyumsamamız sanki bunun aksini söyler. Bu modelin ileri sürdüğü gibi, bizim tecrübemiz, önce adaleti idrak edip sonra onun tesis edilmesini izlemez; aksine önce adaletsizliği duyumsarız, sonra tamir ve tashih yoluna gideriz. Bu nedenle ilk hâl, olsa olsa masumiyet olabilir. Yani “adalet, adaletsizlik ve ikâmesi” değil, “masumiyet, adaletsizlik ve ikâmesi” şeklinde bir yol izleriz.
Okumuş, doğru yer fikrine dayanan adalet anlayışının modernlikle birlikte sarsıldığını söyledi. Klasik adalet tasavvuru, tarihsel-sosyolojik bir dizi hadisenin sonucu olarak ortadan kaybolmuşa benziyor. Artık biz, sosyal hareketliliğin ilkece kabul edildiği bir toplumda yaşıyoruz. Bunun yanında zihniyet planında modern bilim oluştu, klasik kozmolojide ise derinden revizyonlar gerçekleşti. Tarihsel-sosyolojik ve zihinsel devrimlerle peyderpey doğal yer ve doğal hiyerarşiler fikrini makul kılan ne varsa zayıfladı. Bu gelişmeler neticesinde adalet kavramı artık başka bir anlamda kullanılıyor. Kavramlar tarihi üzerine çalışanlar, birkaç yüzyıldır kavramların semantiğinin dönüştüğünden ve yeni semantiklerin ortaya çıktığından bahsediyorlar. Koselleck, bu olguyu “kavramların zamansallaşması” şeklinde ifadelendiriyor. Topografik imajdan zamansal imaja geçişle birlikte açıklık, olumsallık, belirlenmemişlik ima eden yeni semantikler gelişmiştir. Günümüzdeki demokrasinin tanımsızlığı, adaletin beklenti ufkuna havale edilmesi gibi olgular bu durumun tezahürüdür. Peki, bu olgu adalet teorisi açısından ne gibi sonuçlar doğurmaktadır? Yer gösteremiyorsak ütopyalara yüzümüzü mü döneceğiz? Adalet, ütopyalarda yeni bir siyasi janra olarak devreye girmiş ve yeni imkânlar sunmuştur. Ancak ütopyalar bile, doğru yer kavrayışını kendilerine özgü tarzda sürdürmüşlerdir. Doğal yer anlayışı terk edildiğinde, model olarak adalet yaklaşımı şaibeli hâle gelir. Adaleti düzen tasarımında çizen yaklaşımların yerini; usuli, prosedürel çizimler aldı; işin ve oyunun kurallarını gösterme, yer göstermenin önüne geçti. Adalet vizyonları yeni dönemde hakikat olarak sunulmaz. Hakikat yerine makuliyet fikri öne çıkmaktadır.
Metodolojik ve epistemolojik sonuçlardan başka, doğru yer anlayışının zayıflaması birtakım ahlâki ve siyasi sonuçlara da neden oldu. Doğru yer, o yerle iliştirilmiş erdemleri ihtiva eder. Yeriniz neyse o yer için hususi erdemler vardır. O erdemler o yerde bulunanın hayrınadır. Bu nedenle yöneticilerin erdemi ile savaşanların erdemi farklıdır ve bu farklılık olumludur. Ama adalet, erdemlerin şahı olduğu için herkeste bulunması gerekir. Ancak bu erdem anlayışı ve ona bağlı adalet anlayışı yukarıda andığımız gelişmeler neticesinde değişmiştir. Adalet giderek karakter özelliği olmaktan çıkarak sosyal kurumların erdemine dönüşmüştür. Sonuçta adalet kimseye yerini ve o yerin erdemlerini göstermekle ilgilenmez; fakat herkesin kendi yerini bulma hakkını hukuken teminat altına almakla ilgilenir. Yeni kavrayış açısından ‘senin için iyi olan şudur’ tavrı oldukça paternalisttir. Bu bakımdan adalet, yeni durumda kimseye neyin iyi olduğunu söylemekle değil; herkesin herhangi bir iyiyi seçme, benimseme ve terk etme hakkıyla ilgilenir. Bir diğer önemli dönüşüm de bu bağlamda açığa çıkmaktadır. Yeni dönemde adalete dair erdem ve iyi fikrinden çok, hak ve haklar mefhumunun merkezileştiğini görüyoruz. Hareket özgürlüğü kabul edildiğinden dolayı kimseyi bir yere hapsetmek ilkece mümkün değildir. Bu nedenle günümüzde hakları içermeyen adalet vizyonunun karşılık bulması neredeyse imkânsızdır.
Son olarak Okumuş, klasik adalet tasavvurunda yaşanan dönüşümün liyakat üzerinde yarattığı sonuçlara değindi. Herkesin layığını bulması anlamında klasikliyakat anlayışı, klasik adalet tasavvuru açısından çok merkezi bir temadır. Klasiklerin kadim liyakat sorunu, doğal yer fikrinin ortadan kalkmasıyla bambaşka bir hâl aldı. Okumuş, konuşmasının sonunda, doğal yer fikri sarsıldığı için artık kimsenin kendi yetenekleri üzerinde hak iddia edemez olduğunu belirterek sözlerini noktaladı.
2024 Güz Programı
Vakıf faaliyetlerinin en gelenekseli olan seminerler, her yıl güz ve bahar dönemlerinde gerçekleşiyor.
DETAYLI BİLGİ