“Serin Avlularda Yaşayan Tedirgin Bir Kuş”: Vefatının 20.Yılında Ramazan Dikmen

Cemal Şakar, Havva Hale Sert, Aykut Ertuğrul, Yunus Emre Özsaray, Suavi Yazgıç, Yusuf Ziya Cömert

Değerlendirme: Betül Sezgin

Bazı öyküler bugün içindir, okunur ve biter. Bazıları ise okundukça değer kazanır, yeniden yeniden yaşanır. Öyküleriyle yaşayan Ramazan Dikmen’in vefatının ardından 20 yıl geçtiğini ama yazdıklarının geçip gitmediğini anlatır bu değerlendirme. Bilim ve Sanat Vakfı Sanat Araştırmaları Merkezi’nin düzenlediği Vefatının 20.Yılında Ramazan Dikmen paneli, onun hatırasını yâd etmek ve onu farklı yönleriyle dile getirmek için gerçekleştirildi. Öncelikle, programın moderatörlüğünü üstlenen Cemal Şakar, dostu Dikmen’in öykü anlayışı üzerine genel bir çerçeve çizdi. Dikmen’in, Batılılaşmayı geleneksel kültür ve değerlere ihanet olarak gördüğünü, Batılılaşmanın Türkiye’nin normal değişme şartları içerisinde gerçekleşmediğini, bunun topluma dayatıldığını bu yüzden de ihanet olduğunu düşündüğünü belirtti. Bununla birlikte Dikmen’in Müslüman tipinin değişimini de gözlemlediğini, yeni Müslüman tiplerinin doğduğunu karakterleri üzerinden anlattığını ve bunun öykülerine yansıdığını ifade etti.

İlk konuşmacı Havva Hale Sert, Dikmen’in öykü dilini değerlendirdi. Öykülerini okurken cümlelerini bir süzgeçte damıtmak doğru olur mu ki diye düşünürken Dikmen’in “öykü tamamlanmış uzun bir cümledir” ifadesi ile karşılaşmış olduğunu söyledi. Bununla da Dikmen’in bir öykünün bütün unsurları ile birbirini tamamladığına yaptığı vurguyu ifade etti. Dikmen’in yazmakla ağlamayı bir tuttuğunu da söyleyen Sert, onda acının aynı zamanda bilincin biricik nedeni olduğunu belirtti: “Kelimeler ve dil acıyı anlatmaya muktedir midir?” “Yazmak ağlamaktır benim bildiğim. İki gözümüz bir çift kulağımız varsa ağlayacak çok şeyimiz vardır, olmalıdır da. … Kalem ıslak bir mendildir parmaklarınızda.”

Dikmen daha çok bir geçmiş anlatısı kurarak, kavuşmanın imkânsız kılındığı aşk öyküleri kurgulayarak acının nasıl hazmedileceğini göstermektedir. Karakterlerin kaderi onları bir seçim yapmaya zorlamamıştır. Dikmen’in öykülerini tek bir cümlenin açılmış hali gibi okumaya çalışan Sert, asıl derdinin “kelimeler ve dil acıyı anlatmaya muktedir midir?” sorusu olduğunu öne sürdü. Dikmen’in öykülerinde acı geçmişe dönük anlatılmıştır. Çünkü tevekkül ve rıza ancak sabırla geçirilen uzun bir olgunlaşma sürecinin sonunda gerçekleşir. İçte pişirilen bu acının ise artık dile getirilmesi mümkün değildir; en kısa ve açık şekilde Allah diyerek ifşa edilebilir.

Sert’in bu açıklamaları üzerine Şakar şunları dile getirdi: Dikmen gelenekle modern arasına sıkışmış ve geleneği temsilen tevekkülü, rızayı, mütevazılığı, sevecenliği, yardımseverliği simgeleyen karakterler ortaya çıkarmıştır. Acı onda olgunlukla hazmedilir, anlatılamaz. Acı, öykülerinde bir sessizlik içerisinde çınlar. Dile gelebilen tek kelime Hakk’tır. Dikmen, acıya bu şekilde bir suskunlukla cevap verebilmektedir. Burada dikkati çeken husus içe dolan, dışa taşamayan, dile gelemeyen acının tek bir kelime ile ifade bulmasıdır: Hakk. Yazar öykülerinde Allah’tan gelen bir aydınlığın kendisini aydınlatmasını istemekte ve eğer bu aydınlık içine dolarsa bir daha açmamak üzere ağzını kapayabileceğini söylemiştir sanki.

Bir sonraki konuşmacı Aykut Ertuğrul, Dikmen’deki modern-gelenek ayrımını anlattı.  80 kuşağından olan Dikmen’in ilk döneminde özlem yoktur, hayatın içinden karakterler satır aralarında geziniyordur. İslamcı öykü tipleri hayatla karşılaşmaktadır ki bu husus Ertuğrul’a göre önem arz etmektedir. Çünkü yazar öfke havası içinde bıçkın bir dil kullanmaktadır. Bu da öykülerinde ironiye neden olmaktadır. İkinci döneminde ise nostaljiye doğru bir dönüş vardır. Bu olgunlaşma ve öfkenin dinme halidir. Nostalji, gelenek, kültür, İslam, modernleşme üzerine kurulu olan öyküler onun ve kuşağının döneminde ön plana çıkmıştır. Gelenekten daha çok faydalanmak, sünnete uygun edebiyat gibi tartışmaları olan öykülerinde biçimsel arayışlar, formu zorlayan şeyler yoktur. Bir yanıyla sürekli modernliği sorgulamış bir yanıyla da modernizmin getirmiş olduğu bir araçla, öyküyle modernizmin içine akıp gitmiştir Dikmen.

Panelistlerden Yunus Emre Özsaray, Dikmen’in öykü anlayışı ve 80 öncesi ve sonrası öykü kuşağı üzerine genel bir perspektif çizdi. Buna göre, 80’lere gelene kadar Türk hikâyesi içinde İslamcı bir damardan söz etmek mümkün değildir. Dikmen öyküsü, dönemin baskın öykü anlayışı olarak kabul edilen bunalımı reddetmekle başlar. Bunu öykülerinde de kahramanlarına söyletir. İsmet Özel şiirindeki sertlikten yararlanır. Özel’in Partizan şiirindeki “gırtlağımda bir harf büyüyor …” dizeleri ve Dikmen’in “yazan biriyseniz boğazınızda onulmaz bir ur taşıyorsunuzdur bilirim. Yaşamak sık sık şişirir onu, büyütür, soluğunuzun daraldığını duyarsınız” satırlarının mukayesesinde bunu görmek mümkündür. Öykü henüz kendi sertliğini bulamadığı için Dikmen şiirin sertliğinden yararlanmıştır. Kahramanlar müslümandır ve atmosfer de müslümanca yaşamaya uygundur. Çünkü yazar, öykülerinde İslami mücadelenin çeşitli görünümleri yanında İslami mücadele nasıl olmalının yöntemini de tartışmıştır.

Suavi Yazgıç, Dikmen’in ironisi üzerine değerlendirmede bulundu. Yazgıç’a göre Dikmen fikir öfkesi olan bir insandır. Bunu da en çok metnin bütününe yedirdiği, ironi yarattığı öyküleri üzerinden anlatır. Karakterler kamusal alanın zorladığı dili kullanarak kendi çelişkilerini yansıtır. İronilerin öykülerde özneye dönüşmesi söz konusudur. Dikmen devrinin güncelliğini kendi politikası çerçevesinde hikâyeleştirmiş ve fildişi kulenin dışında durmuştur. Karakterlerini ne kadar ironi üzerinden inşa etse de onları karikatürize etmemiş, küçümsememiştir. Bu şekilde ironiyi üst seviyeye taşımış, iyi ve kötü karakterlerini çatıştırmamıştır. Dikmen’de ironi, dil ve üslup üzeriden kurulmamış, tersine atomlarına kadar parçalanmış kelime gruplarını yan yana sıralayarak bir portre çizilmiştir. Bu yüzden portre öyküsünde farklı bir yerde durmaktadır.

Dikmen’in arkadaşlarından Yusuf Ziya Cömert, Ömer Lekesiz, Cafer Turaç ve diğer dostları yanında eşi Meryem Dikmen de merhumla olan gençlik, arkadaşlık, dostluk anılarını anlatarak panelin daha samimi bir veçheye bürünmesini sağladılar. Cafer Turaç’ın “Ramazan benim için serin avlularda yaşayan tedirgin bir kuş gibidir” cümlesi Dikmen için yapılan özel bir tanım olarak akıllarda kaldı.

EDİTÖRDEN

SEMİNERLER

Vakıf faaliyetlerinin en gelenekseli olan seminerler, her yıl güz ve bahar dönemlerinde gerçekleşiyor.

DETAYLI BİLGİ


BİZİ TAKİP EDİN

Vakfımızın düzenlediği programlardan (seminer, sempozyum, panel, vs.) haberdar olmak için e-posta adresinizi bırakabilirsiniz.