- ANA SAYFA
- YAYINLAR
- BÜLTEN ARŞİV
- SAYI 70 YIL: 2009
- Balkanların Romanında Tarihin İzini Sürmek
Balkanların Romanında Tarihin İzini Sürmek
Luan Starova
5 Mayıs 2009
Değerlendirme: Neslihan Demirci
Değerlendirme: Neslihan Demirci
“Keçiler ailelerimizin bir parçasıdır. Onlarsız bir yanımız eksik kalır; biz, biz olmaktan çıkarız. (…) Çocuklarımızın her birinin arkasında bir keçi vardır. Kurtarıcısıyla birlikte kalır boğulmaktan kurtulan. Evet, çocuklarımızın kendilerini dünyaya getiren bir anaları vardır ama onları yaşatan, keçilerdir.” Luan Starova, Keçiler Dönemi (YKY, 2000)
Balkanlar’da sosyalizm rüzgârlarının estiği yılların sancılarını hem dramatik, hem ironik bir dille aktardığı Keçiler Dönemi kitabıyla Luan Starova, 1997 yılında Fransa’da “En İyi Roman” ödülüne lâyık görülmüştü. Yazar, Sanat Araştırmaları ve Türkiye Araştırmaları Merkezleri’nin ortak düzenlediği toplantıda, hayatını, kitaplarını ve Balkanlar’ın tarihine dair görüşlerini içtenlikle aktardı. Yakın dönemde Makedonya’nın Fransa ve Yugoslavya’nın Filistin büyükelçiliğini yapan Starova, halen Üsküp Üniversitesi’nde Fransız Edebiyatı profesörü ünvanıyla dersler veriyor.
Luan Starova’nın babası, anne tarafından bir Türk ve ilk başbakanlardan Fethi Okyar’ın kuzeni olan Arif Ahmet Starova, İstanbul’da medrese eğitimi almış, 1920’lerde İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nden mezun olmuş. Yazar, kendisi üzerinde derin izler bırakan babasına handiyse her kitabında hatırı sayılır bir yer ayırmış. Starova, bugüne dek on beş dile çevrilen, on beş kitaba imza atmış. 2000 yılından bu yana dilimize kazandırılan beş romanı ve bir şiir kitabı da okuruyla buluşmaya devam ediyor. Yazar, bütün kitaplarında Balkanlar’da neler olup bittiği sorusunun cevabının yattığını, tarihî olayları edebî bir dille anlatmaya çalıştığını söylüyor. Bosna ve Kosova’daki trajik savaş, tarihî romanlarının işaret fişeği olmuş.
Starova, Makedonya’nın Stalinist döneminde, Osmanlı’dan kalan her şeye karşı toptan savaş açıldığı yıllarda yaşayan babasının şahsiyetini şekillendiren unsurları keşfetmeye yıllarını vermiş. En büyük hazinesi olan İstanbul’dan getirdiği kitapları, Arif Ahmet’in bütün sorunlar karşısındaki tutamağı olmuş. Anadili Osmanlıca olan, Farsça ve Arapçaya da hâkim olan babasının kitaplarını beş kardeşten sadece Luan Starova tevarüs etmiş; ilk yazdığı kitabının adı da Babamın Kitapları (YKY, 2000). İflah olmaz bir sigara tiryakisi olan ve ömrünü kitaplarıyla geçiren babasının kitaplarını incelerken hangilerinin sayfalarında daha fazla kül yanığı varsa onlar üzerine yoğunlaşmış. Böylece babasının 16-19. yüzyıla ait Makedonya’daki Osmanlı Sicilleri üzerine çalışmalarını konu edinen Kül Kalesi ortaya çıkmış. Babasının bir anlamda İstanbul’a dönüşü anlamına gelen bu kitabın kendisi için çok özel bir anlamı var.
Balkan toplumlarının beslenmesinde çok önemli bir yere sahip olan keçiler, komünizmin cenderesinden geçen insanlara da en yakın yaratık olarak benimsenmiş; açlıkla cebelleşen halk keçiler sayesinde hayatta kalıyormuş. Köylüleri şehirleştirmeyi, onları kent kültürüyle daha çabuk asimile etmeyi hedefleyen rejimin demir yumruğundan hayvanlar da nasibini alıyor, halkın bağlılığı sebebiyle keçiler baş düşman ilan ediliyor. Ölüm tehditleriyle keçilerini bırakmaya zorlanan halk direniyor, aydınlar bile çocuklarının açlıktan ölmemesi için keçilerini gizlemeye çalışıyorlar. Keçiler Dönemi’nde ironik üslubuyla çarpıcı bir sahne yer alıyor: Keçilerle köylülerin doldurduğu şehir meydanında, rejimi temsil eden resmi görevlilerle çobanların lideri Çanga arasında bir diyalog geçiyor. Romanın ana kahramanı Çanga, sosyalizmin önünde engel olarak görülen keçiler için “Biz nice rejimleri keçilerle atlattık, sosyalizme de onlarla dayanırız” diyor. Luan Starova’nın çocukluğu, baskının son raddeye vardığı döneme rastlıyor. Ailesiyle ve keçileriyle geçirdikleri yılları, çocukluğunun “kayıp cennetini” anlatıyor kitaplarında. “Önüne gelen her şeyi öğüten bir sistemin elinde, trajik biçimde ölümle burun buruna yaşanıyordu. Ailenin birer ferdi gibi görülen keçilerin insani duyguları vardı sanki. Bu zor şartlar hayatının bir parçası olan bir çocukta bu kıyımın sürgit devam edeceği duygusu oluşuyordu.” Rejim, insanı besleyen ne varsa onu yok etmeye öyle kararlıymış ki bir dönem Arnavutluk’ta kurbağalar bile yasak listesine girmiş; çünkü komşu İtalyanların sofralarında yer alan bir besin maddesiymiş…
Elbette budama faaliyetlerinin dilin tasfiyesine değin uzandığını tahmin etmek zor değil. Muhtelif alanlardaki terimler ve gündelik dile yerleşmiş pek çok Osmanlıca kökenli sözcük, hasıraltı edilmeye çalışılmış. Yazarın henüz Türkçeye çevrilmeyen Balkanlar’ın Babil’i adlı romanında kurmaca iki dilci oturmuş, dillerini Osmanlıcadan ‘temizlemeye’ karar veriyorlar. Ekonomi, politika, gastronomi derken iş öyle bir hâl alıyor ki “Böyle giderse dilimizi yok edeceğiz” diyor kahramanlardan biri. Starova bu noktada aslen Selanik Yahudilerinden olan ünlü filozof ve sosyolog Edgar Morin’den bir örnek veriyor. Fransa’da doğup büyümesine rağmen Morin’in dilinden düşürmediği iki deyim varmış: yavaş yavaş ve haydi haydi. Starova, bu iki deyimin Osmanlı insanının hayat felsefesini özetlediğini düşünüyor.
Artık kitabın yazarının büyüdüğünü, diplomatlık tecrübesinin de bunda payı olduğunu dillendiren yazar, “Babama nasip olmayan bir şans bana verildi: devleti yakından tanımak” diyor.
Starova şu an Makedonya Bilimler Akademisi’nin yönlendirdiği bir proje sebebiyle Türkiye’de bulunuyor. Osmanlı’nın Balkanlar’daki en önemli bilim, askeriye, ekonomi ve diplomasi şehri olan Manastır’daki idadilerde yetişmiş olan Mustafa Kemal ve Ali Fethi Okyar başta olmak üzere pek çok devlet idarecisi ve diğer tanınmış isimler üzerine bir çalışma yürütülüyor.
Programın sonunda Nobel ödüllü Drina Köprüsü romanının yazarı Ivo Andriç’e ilişkin bir soru üzerine, kendisinin kültürler arasında köprüler kurmaya çalıştığını, Andriç’i İslâm’a karşı önyargılı bulduğunu söyledi. Sözlerini Fransız bir yazara ait metaforik sözlerle noktaladı:
“Köprüler yıkılmışsa insanlar yüzünden değil, malzemesi sağlam yapılmadığı için…”
2024 Güz Programı
Vakıf faaliyetlerinin en gelenekseli olan seminerler, her yıl güz ve bahar dönemlerinde gerçekleşiyor.
DETAYLI BİLGİ