MAM Dîvan Toplantıları
8 Nisan 2007
Değerlendirme: Özgür Kavak
Londra Üniversitesi Birkbeck College’da görev yapan Bashir Nafi, yirminci yüzyılda selefî hareketin düşünce temelleri hakkındaki görüşlerini Dîvân toplantıları çerçevesinde dinleyicilerle paylaştı. Yazarın daha önce “Tasawwuf And Reform In Pre-Modern Islamıc Culture: In Search Of Ibrahim Al-Kurani” (Die Welt des Islams, 42/3 December 2002, s. 307-355) ve “A Teacher of Ibn ‘abd Al-wahhab: Muhammad Hayat Al-Sindi and the Revival of Ashab Al-Hadith’s Methodology” (Islamic Law and Society, XIII/2, April, 2006, s. 208-241) başlığıyla yayınladığı iki makalesindeki tespitlerinin devamı niteliğindeki sunumunda, selefî düşüncenin Ahmed b. Hanbel’le başlayıp İbn Teymiyye ile devam eden çizgisinin bir süre akamete uğramasından sonra, Mekke’de müderrislik yapan İbrahim el-Kurânî’nin (v. 1690) faaliyetleriyle yeniden gündeme geldiğini ifade etti. Ona göre, Kuranî’nin birçoğu mahdut olan eserleri ve İslâm dünyasının değişik bölgelerinden gelen talebeleri vasıtasıyla selefî düşüncenin ihyasına olan katkısı, sonraki yüzyıllarda aralarında Muhammed Hayat es-Sindî, Muhammed b. Abdilvehhâb, Şah Veliyullah Dihlevî, Hamd b. Nâsır b. Muammer, Muhmmed b. Ali eş-Şevkânî, Muhmmed b. Ali es-Senûsî gibi bir şekilde Hicaz’daki medreselerde öğrenim gören yahut buralarda öğrenim görenlere talebelik eden âlimler vasıtasıyla 20. yüzyıla taşınmış, bu yüzyıldaki selefî hareketlere bir temel teşkil etmiştir. Aralarında Reşid Rıza’nın da bulunduğu âlimlerin Selefîlik vurgusunun özünde içtihat faaliyetinin sürekliliğinin gerekliliği, mezhep bağımlı fıkıh anlayışının terk edilmesi, fıkıh usulünün temel verilerinin bir kenara bırakılması ve klasik fıkıh külliyatına eleştirel bir yaklaşımla temel kaynaklara dönüş olgusu yer almaktadır.
Kendisinden önce John Voll ve Rudolph Peters gibi müellifler tarafından fundamantalist gelenek olarak işaret edilen Hicaz merkezli ulema bağlantıları, Nafi tarafından selefî geleneğin devamı olarak takdim edilmektedir. Bahsi geçen müellifler gibi o da, birbiriyle benzeşen bazen de son derece belirsizleşen çok sayıda pasaj ve müellifin, adı anılan kişilerin metinlerinde bulunabilmesini, resmedilen ortak bir geleneğin varlığının iyi bir kanıtı olarak ele almaktadır. Bu izlenimlerini, onların ilmî şecerelerinin incelenmesi sonucu elde edilecek veriler ile teyit etmektedir. Bahsi edilen âlimlerin tamamının İbrahim Hasan el-Kurânî ve Ebu’l-Bekâ el-Hasan b. Ali (v. 1702) ile bağlantılı olduğuna dair veriler bu yönde kullanılmaktadır.
Daha ziyade bahsi geçen çalışmalarına atıfla belli başlı iddialarını serdettiği sunumunda Nafi, iddialarını esaslı bir şekilde temellendirme işini ise makalelerinin okunmasına tevdi etti.