- ANA SAYFA
- YAYINLAR
- BÜLTEN ARŞİV
- SAYI 83 YIL: 2013
- Sürdürülebilirlik ve İktidar Bağlamında Sözel Belleğin Türk Müzelerinde Kullanımı
Sürdürülebilirlik ve İktidar Bağlamında Sözel Belleğin Türk Müzelerinde Kullanımı
Zehra Sema Demir
28 Eylül 2013
Değerlendirme: Nur Şeyda Koç
Zehra Sema Demir, Sanat Araştırmaları Merkezi tarafından yürütülen Kırkambar Tez-Makale sunumu kapsamında, iktidar üzerinden kurgulanan ve kurulan bellek ve bu ikili ilişkinin kurumsal bir düzeyde nasıl gerçekleştirildiğini anlamak için incelediği müzeler üzerine yazdığı “Sürdürülebilirlik ve İktidar Bağlamında Sözel Belleğin Türk Müzelerinde Kullanımı” tezine dair bir sunum gerçekleştirdi. Sunumunda, Türk müzelerinin neden sözel belleği temsil ettiğinden ve bu bağlamda ele alınabilecek kavramlardan bahsetti. Bu minvalde Demir, bellek, sürdürebilirlik, iktidar kavramlarına yoğunlaşmanın yanı sıra, Mevlana Müzesi üzerinden somut örneklemelere başvurdu.
Zehra Sema Demir’in yaptığı tez çalışması boyunca, Jan Assman’ın kuramları doğrultusunda bellek kavramını ele aldığından bahsetti. Buna göre, “bellek” geçmişte olduğu gibi kalanın aktarılması değil, daha ziyade bugünün koşulları içerisinde belirlenen ve o şekilde aktarılan bir anlatıdır. Yani, insanların ne hatırladığından ziyade nasıl hatırladığını ön plana çıkaran bir meseleye değinildiğinden bahsetti Demir. Çünkü geçmişi olduğu gibi aktarmanın imkânsızlığının yanında, her şey bulunduğumuz zaman ve konjonktür içerisinde ele alınabilir. Diğer bir ifade ile geçmişin günümüz içerisine direk ve müdahalesiz bir aktarımı söz konusu değildir, aksine her şey bugünün dinamikleri içerisinde ele alınır. Assman’a referans ile Demir, tartışmasında belleğin ikiye ayrılışından bahsetti. Kültürel ve iletişimsel bellek ayrımı yaptıktan sonra, hatırlatmanın ve kurumsallığın bu ayrımı nasıl açıkladığını ele aldı. Dolayısıyla, kültürel belleğin fazlasıyla “dış bellekler” boyunduruğu altında olmasıyla birlikte kurumsal bir hatırlatma ile oluşabileceğine değinirken, iletişimsel bellekte böyle bir hatırlatmanın gerek olmayışından bahsetti. Kendi tezi bağlamında Demir, bu tartışmanın, gelenek bellek ve kültür üçlüsünün anlamlandırılmasına yardımcı olacağını düşündüğünü belirtti.
Zehra Sema Demir, bellek kavramının İngilizcede memory ile anlatılmasında, hem hatıra hem de yazılı kayıtlar anlamına geldiğini belirtirken, kendisinin kullanımının daha ziyade kültürel ve yazılı kayıtlara atıfta bulunduğunu ifade etti. Kültür ve gelenek tartışılırken, “şimdiki zaman” ve “geçmiş zaman” algılarının belirleneceğine değindi. Demir’e göre yazı öncesi döneminde iki farklı zaman algısından ziyade, geçmiş ve şimdiki eşdeğerdi. Öte yandan, yazılı kültür ile birlikte sözlü kültürdeki birliktelik algısı yıkılmış oldu. Buradan yola çıkarak, “belleğe sürekli temas eden noktamız” canlı ise bu gelenek olarak adlandırılır. Yani, kültürel bellek ve gelenek tartışılırken hatırlamanın canlı olup olmadığı, ve geçmiş ile münasebetin şimdiki üzerinden belirlenmişliği göz önüne alınarak, yazılı ve sözlü kültür dönemlerinde ayrıştırıldığından bahsetti Demir.
Bellek ve gelenek kavramsallaştırmalarına ek olarak “sürdürülebilirlik” kavramını tartışmasına dâhil eden Demir, kültürün kurumlarla ilişkisi üzerinden nasıl devam ettirildiğinden ve sürdürülebilirliğindeki iktidar kurgularından bahsetti. Kendi araştırma konusu bağlamında müzelerin bu anlamda ne kadar sarih örnekler olduğunu dile getiren Demir, geleneğin böylesine kurumsallaştırılmış sürdürülebilirliğe ihtiyacı olmadığını vurguladı. Diğer bir ifade ile geleneğin “canlı” olduğunu, ömrünün idamesinde bir kurumun müdahalesine ihtiyacının olmadığını söyledi. Dolaysıyla, “yeniden inşa etmek”, “azat etmek” gibi yaptırımlardan bahsedilemez gelenek kavramı için, daha ziyade, gelenek denilenler yaşatmak için mücadele edilmeyen pratikler, şeylerdir.
Sözlü olanın aktarılmasındaki yöntemin değişikliği, gelenek olarak farz edilen pratiklerin ve şeylerin aslında ara zamanlı folklor unsuru olmalarının yanı sıra, belleğe dönüştürülmesinden bahsediyor Demir, sunumunun devamında. Kültür, gelenek olarak terk edildiğinde bellek onları sahiplenir, Demir’in ifadesiyle. Örneğin, müzeler, kültürün kurumsallaştırılması ile kişinin onunla kurulan irtibatını da değiştirir, onu ziyaretçi hâline getirir.
Öte yandan, Zehra Sema Demir gelenek denildiğinde, bütün bir halkın benimsediği kültür unsurlarını kastettiğini vurguladı ve bunların münferit olarak sürdürülen pratikleri kapsamadığından bahsetti. Bu bağlamda, geleneği imha veya inşa etmeye gerek yoktur. Demir, Hobsbawm’a referans ile geleneğinin inşasının veya ihyasının gereksizliğinden bahsederken, geleneğin “yaşatılmaya” çalışılmasının geleneksellikten ziyade bellekleştirmeye sebep olduğunu vurguladı. Örneğin, Demir, Karagöz oyunlarının bir gelenek olmaktan ziyade, bellek ürünü olarak adlandırıyor. Ve ona göre, Karagöz “kesinlikle siyasi iktidarın imhasıyla bugünün ‘değerleri’ olmaktan çıkarılmıştır”.
Geleneğin varoluşu pratik devamlılıkla veya pratiklerin canlılığıyla alakalı değildir, Demir’e göre, daha ziyade geçmişle olan ilişkisine de bakılmalı, beraberindeki öğretiler gibi, ayrıca aktarılması da gerekmektedir ve“içinin” nasıl doldurulduğu da önemlidir. Ve tam da bu noktada,“unutulmaması gerekenler” veya “hatırlanması gerekenler” denildiğinde işin içine iktidarın nasıl dâhil olduğundan bahsetti. Bu bağlamda, müze ve iktidar ilişkisine bakıldığında “bilginin” iktidarı kurduğunu söyledi. Müzeler iktidarı araçsallaştırıyor ve “yeğlenen bir okuma”, yani iktidarın yeğlediği bir okuma, yapıldığını vurgulayan Demir, bu kurumların eser ve kültürel olanı koruyan, restorasyon yapan, geleceğe aktaran yerler olmadığını, iktidarın tercihleri doğrultusunda şekillenen sözel bellek kurumları olduğunu söyledi. Zehra Sema Demir, bu tarz bir uygulamanın, Foucault’nun kavramsallaştırdığı “dispozitif” ile birebir örtüştüğünden bahsetti. Yani, iktidarın sadece siyasete indirgenebilecek tek katmanlı bir yapı olmadığını, müzeler gibi kurumlar aracılığıyla da devam ettirilebilen bir yaygınlığa sahip oluşundan bahsetti.
Zehra Sema Demir tezinde müze ve eser ilişkisini iki konu dâhilinde ele aldı: iktidar sahibi olan eserler ve iktidarını kaybetmiş eserler. Bu bağlamda, çalışması için seçtiği müzelerin iktidarın sözel belleğini oluşturmaları ve birbirlerinden farklı olmaları hasebiyle seçtiğini belirtti. Bu anlamda, tartışmasını daha somutlaştırmak adına çalışması dâhilinde incelediği “Sözel Belleğin Türbedarı: Mevlânâ Müzesi” kısmına da değindi. Mustafa Kemal’in tekke ve zaviyeleri kapatırken Mevlânâ’ya dair olan bu kurumu neden müze yaptığı, aslında Demir’e göre, iktidar söylemi içerisinde tasavvufi veya dindar bir hayat idamesi öngörüsünün dispozitif bir uygulama bağlamında anlaşılabilir. Çünkü bu kurumun müzeleştirilmesi, aynı zamanda iktidarın kendi temsilinin Mevlevîler üzerinden anlamlandırılması ile ilintilendirildi. Yani, iktidarı en iyi şekilde temsil edecekler içerisinde, Mevlevî tasavvufi kültürü en “mütekâmil” örnek olacağı düşüncesi de vardı. Buradan yola çıkarak gelenek olanın nasıl “bellekleştirilmiş” olduğu kanısına varılabileceğinden bahsetti, Demir. Dolayısıyla, Mustafa Kemal, Mevlevî Asitanesi’ni müzeye çevirerek, onu ötekileştirmekten ziyade, bir güç olup onu bu şekilde “gücümleştirildiğinden” bahsetti. Buradan yola çıkarak, erken Cumhuriyet rejiminin, iktidarını kurmak için müzeleri nasıl araçsallaştırdığını, bu insanların bu kurumlarla olan ilişkilerini ve pratiklerini şekillendirdiğini, bu kurumların imhasından ziyade potansiyel gücü üzerinden kendi amaçlarına uygun şekilde tasfiye ettiğini vurguladı. Ayrıca, geçmiş, gelenek “ancak bilim dairesinde tartışılabilir” düşüncesinin hâkim olduğu bir iktidar altında tasavvufu bilimselleştirerek müzeleştirmek yoluna gidildiğinden bahsetti. Dolaysıyla, Demir, Mustafa Kemal bu müzeleştirme ile tasavvuf kültürünü ve kullanım değeri olan tekkeleri ideolojik bir manevrayla bilgisel ve “gücül” olan nesneye dönüştürmüştür, tespitinde bulundu.
Bellek ve gelenek tartışmasına ek olarak, efsane ve efsane ile bilimselleştirme mevzularına da kısaca değinen Demir, Mevlânâ Müzesi’nin iktidarın kendi zihnine göre biçimselleştirdiği, yoğurduğu bir kurum olduğundan bahsetti. Kısaca, Demir, Mevlânâ ve müze üzerinden kurgulanan efsanelerin, tamamen ret ya da gerçekle ilişkilendirip bilime kapı aralayabileceğini varsayımlarını kapsayan iktidar söylemi içerisinde, sözel kültürün nasıl kurumsallaştırılarak kültürel bellek hâline getirildiğini gösterdi.
2024 Güz Programı
Vakıf faaliyetlerinin en gelenekseli olan seminerler, her yıl güz ve bahar dönemlerinde gerçekleşiyor.
DETAYLI BİLGİ