- ANA SAYFA
- YAYINLAR
- BÜLTEN ARŞİV
- SAYI 88 YIL: 2015
- Osmanlı’nın Felsefi Mirası
Osmanlı’nın Felsefi Mirası
Ömer Mahir Alper
16 Mayıs 2015
Değerlendirme:Merve Aktan
Bilim ve Sanat Vakfı Medeniyet Araştırmaları Merkezi, düzenlediği Tezgahtakiler toplantı dizisinin Mayıs ayındaki ikinci programında Prof. Dr. Ömer Mahir Alper’i konuk etti. Kendisi, yakın zamanda okuyucu ile buluşturduğu, on bir Osmanlı filozofunun metinlerinden seçkiyi içeren ve alanında bir ilk olma özelliği taşıyan Osmanlı Felsefesi Seçme Metinler isimli eserinden hareketle, Osmanlının son yıllarda yeni yeni farkına varılmaya başlanan felsefi ve düşünsel mirasını ele aldı. Bu mirasın varisleri tarafından sahiplenilmediğine yahut varislerin sahip oldukları mirasın büyüklüğünün farkında olmadıklarına dikkat çeken Alper, bu unutuluşun olası sebeplerinden bahsederek konuşmasını sürdürdü.
Osmanlı döneminde Osmanlı felsefesine dair yüksek bir bilincin mevcut olduğunu belirten Alper, Batılılaşmanın hâkim olduğu Osmanlının son dönemlerinde yaşayan ve Batıdan bilim ya da teknoloji almanın hoş görülebileceğini, ancak durumun felsefe için benzer olmadığını ileri süren Ahmet Mithat Efendi’ye atıfta bulunarak bu durumu örneklendirdi. Cumhuriyet dönemine gelindiğinde ise, Macit Gökberk gibi isimlerin Osmanlı mirasını terk etmekle kalmayıp, ayrıca kendilerini bu topraklarda yaşayan ilk felsefeci şeklinde görmelerinin altında, Alper’e göre, Batı egemenliğinin dünyaya hâkim olması, İslam toplumlarının fiilen veya entelektüel açıdan sömürgeleştirilmesi, dönemin iktidarlarının yerel kültür havzasını değiştirmek ve Batı’nın felsefe, kültür, siyaset ve düşünce havzasına dâhil olmak için çaba sarf etmesi yatmaktadır.
Yeni dönemle birlikte tüm kavramsallaştırmalarımızın ve bakış açılarımızın ideal kabul edilen Batı değerleri üzerinden yeniden inşasının Osmanlı’da bilim, felsefe ve düşüncenin olmadığışeklindeki görüşlerin zaman içinde zihinlerimizde yer almasına neden olduğunuifade eden Alper; Avrupa-merkezciliğin, ırkçılığın ve klasik oryantalist tezlerin kurumsallaştırılmasıyla birlikte bize ait ne varsa dönüşüme uğratıldığını belirtti. Alper’e göre, bu yaklaşımdan önemli ölçüde nasibini alan eğitim kurumlarının müfredatı yeni nesillerin sahip oldukları mirastan kopuşlarına zemin hazırlamıştır. Ayrıca, gelenekle bağlantı kurma noktasında en önemli unsur olan dilin devre dışı kalmasına, Arapça ve Farsça gibi dillerin unutulmasına da yol açmıştır. Bununla birlikte, kurulan her yeni siyasi yapının, kendine yeni merkezler seçtiğini vurgulayan Alper; Fatih ve Süleymaniye gibi Osmanlı kültürünün en seçkin semtleri ile bu semtlerdeki yazma eser kütüphanelerinin günümüzde ihmal edilişine paralel olarak yeni mekânların öne çıkışını felsefe, bilim, ve düşünce alanındaki dönüşümle aynı açıdan görmek gerektiğini ifade etti. Alper, tüm bunların yakın zamanlara kadar Osmanlı felsefesi ya da biliminden söz etmeyi imkânsız kılmış olsa da bugün bu tür sorunların büyük oranda aşıldığını belirtti.
Alper, konuşmasının devamında “Osmanlı felsefesi” tabiri üzerinde durarak, Osmanlı coğrafyası ve zamanı içerisinde ortaya konulan her türlü felsefi yaklaşımın bu kapsamda değerlendirildiğini belirtti. Böylece, devlet içerisindeki birçok farklı etnik yapının (Arap, Türk, Kürt, Çerkez, vb. ) ürettiği felsefi birikim “Osmanlı felsefesi” tabiriyle kuşatıcı bir şekilde ifade edilebilmektedir.
“Felsefe” kavramının kullanımına da dikkat çeken Alper, çok geniş bir kavram olan “düşünce” kavramından farklı olarak felsefenin kavramsal, tümel, analitik ve çıkarımsal düşünmeye karşılık geldiğinin altını çizdi. Osmanlı felsefe geleneğinde önemli yerleri olan Dâvûd-i Kayseri, Molla Fenârî gibi isimlerin metinlerinde aklî çıkarım üzerinden gitmeyen hiçbir düşüncenin yer almadığını belirten Alper; İbn Sînâ ya da Descartes, Hegel, Kant için “filozof” tabirini kullanmak ne kadar şüpheli ise, Dâvûd-i Kayseri, Hocazâde, İbn Kemal, Gelenbevi, Yanyalı Esad, Molla Fenârî, Akhisârî gibi isimler için kullanmanın da aynı düzeyde şüpheli olduğunu sözlerine ekledi. Farklı felsefe yapma tarzları olsa dahi tüm bu isimlerin çalışmalarının felsefi olması noktasında bir birlikteliğe sahiptirler.
Osmanlı filozoflarının çalışmalarıyla, kökeni İslam felsefe geleneğine dayanan Selçuklu mirasının üzerine yapılan eklemelerden de söz eden Alper, önceki meselelere veya ilkelere dayanması bakımından Osmanlı felsefe geleneğinin ciddi anlamda bir süreklilik arz ettiğini, ama aynı zamanda kendine özgü problemleriyle ve öne çıkardığı kavramlarıyla işlerliğini koruduğuna vurgu yaptı. Osmanlı filozoflarının üzerinde çalıştıkları konulara göz atıldığında, ağırlıklı olarak metafizik ve ontoloji alanlarına odaklanıldığının görüldüğünü belirten Alper, kaleme aldıkları başyapıtlarında filozofların bir taraftan bu konulardaki en analitik düşüncelerini ve en kışkırtıcı felsefe yapma tarzlarını sergilerken diğertaraftan da mantık, din ve zihin felsefesi ile psikoloji gibi alanlara temas ettiklerini sözlerine ekledi.
Konuşmasının son kısmında Alper, Osmanlı felsefesi bağlamında, Gazali’den başlayıp Fahreddin Râzî’yle devam eden sûfî, kelâmî ve İbn Sînâcı dili içselleştirmiş bir çizgiye oturan sentezci (terkibî) bir düşünce biçiminin ortaya çıktığını dile getirdi. Alper, hakikatin her yerde olabileceği ve gelenek, mezhep, etnik kimlik ayrımı yapılmaksızın kim tarafından söylenirse söylensin kabul görebileceği bir anlayışın hâkim olduğu, nereden geldiğine bakılmaksızın delillerini sorgulayarak bir düşünceyi takip etme yolunun bulunduğu Osmanlı felsefesinin bugün birbirine kapanmış olan dünya anlayışından ve bloklaşma kaygılarından oldukça uzak olduğunu belirterek konuşmasını nihayete erdirdi.
2024 Güz Programı
Vakıf faaliyetlerinin en gelenekseli olan seminerler, her yıl güz ve bahar dönemlerinde gerçekleşiyor.
DETAYLI BİLGİ