Rüya
Derviş Zaim
Değerlendirme: Ayşe Yılmaz
Derviş Zaim Rüya filmiyle, Bilim ve Sanat Vakfı Sanat Araştırmaları Merkezi ve Türk Sineması Araştırmaları Merkezi’nin (TSA) düzenlediği, Barış Saydam moderatörlüğündeki Hayâl-i zî-ruhtan Sinemaya başlıklı programın on birinci konuğuydu. Programda ilk önce yönetmenin son filmi Rüya izlendi, ardından filmle alâkadar bir katılımcı grubuyla söyleşiye geçildi.
Rüya, Derviş Zaim’in Filler ve Çimen (2000), Cenneti Beklerken (2006), Gölgeler ve Suretler (2008) filmlerinin tamamlayıcısı niteliğinde. Zaim, Cenneti Beklerken’de klasik Osmanlı minyatür sanatını sinema diline aktarmaya gayret etti. Minyatürcülerin zamanı ve mekânı oynak bir biçimde inşa etmelerini, belirli bir zamanın yanına o andan bağımsız başka bir zaman dilimini nakşetmelerini veya başka bir mekânı o minyatürün içinde sergileyebilmelerini model aldı. Filminin birçok yerinde ilgili zamanın veya mekânın dışında başka mekânları veya zamanları bir arada kullanarak; sıkıştırılmış, değiştirilmiş ve dönüştürülmüş bir zaman ve mekân algısı ortaya koymayı denedi.
Nokta filminde benzer şekilde zaman ve mekânın oynar bir biçimde hareket etmesine öncelik verdi. Cenneti Beklerken’in çizgisini Nokta’da devam ettirdi. Hattatların kimi zaman yazarken kullandıkları bir stilin, ‘bir defada kesintisiz biçimde yazma’nın perdeye aktarılması ve tek plân tekniği ile bunun sinemada metafor hâline getirilmesi üzerine yoğunlaştı. Tuz Gölü’nün yeknesaklığı, bembeyazlığı, mekânın hep aynı kalması da bu düşünceyi aktarmasında yardımcı bir unsurdu.
Gölgeler ve Suretler’de ise gölge oyununu ele alarak küşteri meydanının ne’liği ve bunun sinemaya aktarımının nasıl’lığı üzerinde kafa yoran yönetmen, küşteri meydanının birçok zaman ve mekânı o sonsuzluğun içinde potansiyel olarak barındırabilmesinden hareketle filmin içerisindeki zaman ve mekânların sıkıştırılmış biçimde yer alabileceği; bir ânın içine hapsedilmiş geçmiş, gelecek ve şimdinin bir arada bulunabileceği düşüncesiyle filmini ortaya koydu.
Yönetmene göre, onun metodolojisini serimleyen bu tarz örnekler, gelenekten nasıl yararlanılabileceğine dair iki büyük alternatifi de içinde barındırıyor. Bu alternatiflerin ilki, kes ve yapıştır yöntemi. Bundan derinlikli bir bakış elde etmek, yani Yunus Emre şiirleri veya 17. yy müziğinden örnekler alıp fon olarak kullanmaya çalışıldığında, buradan ruh ve zihin olarak derinlikli bir proje ortaya çıkarılması pek mümkün değil. Türk sinemacılarının, kendi meselelerini Batı sinemasından alınan kavramlarla ele alarak onlarla düşünmeyi âdet edinmenin ötesine geçip kendi kelimeleri ve yaklaşımlarıyla sinemanın biçimi ve şekli üzerinde düşünmeleri gerekir. İkinci alternatife gelince, geleneğe bakıp o yapıların bugün için bizlere neler ifade ettiğini masaya yatırmaktan ve onlardan metaforlar elde etmekten geçiyor. Sinema sanatının geliştirilmesine katkıda bulunulabilecek görüntüler, strüktürler elde etmekten...
Derviş Zaim son filmi Rüya’da yine geleneksel olarak bize miras kalan mimarinin sinemaya aktarılabilmesinin, bu türe ve içeriğe nasıl katkı sağlayacağı konuları üzerinde yoğunlaşıyor: “Süleymaniye veya Selimiye’ye baktığımızda, bu yapıları doğuran düşüncelere yöneldiğimizde, tekrar ve varyasyon kavramlarının ön plâna çıktığını görüyoruz; devam eden ve değişen şey, bu dilin anlatı yapısını destekleyen iki önemli kavram. Değişerek devam etmek, devam ederek değişmek; Yahya Kemal’den ödünç aldığım imtidat sözcüğüdür. Filmde birbirini tekrar eden sekanslar, sahneler ve plânlar başka anlamlara da kapı aralıyorlar. İşte gelenekten nasıl yararlanırız meselesi söz konusu olduğunda yapılması gerekenin, metodolojinin bu olduğuna inanıyorum.” Bu sebeple Rüya filminin anlatı yapısı da bu şekilde ilerliyor. “İslâm, tenevvü yani çeşitleme adını verdiğimiz kavram üzerinde yapılanmıştır. Benzeyen, benzemeyen, aynı olacak gibi duran ama son dakikada değişen, birbirini tekrarlayan diyaloglarla, mizansenlerle ilerleyen bir yapı söz konusu.”
Türk sineması kuruluşundan itibaren dil olarak klâsik Hollywood sinemasını ve üç perde anlatı yapısındaki klâsik Aristocu anlayışı seçti; söz konusu Aristocu anlayışın içerisine yerel içeriğin boşaltıldığı filmler izledik senelerce. Derviş Zaim tam da bu duruşa karşı bir noktadan hareket ediyor. Rüya’da karakter sürekli değişirken bir tekâmül içine de giriyor. Bu yüzden, aynı karakteri dört farklı oyuncuya oynatıyor yönetmen ve her biri kendi hikâyelerine farklı cevaplar arıyor. Bir paralel evrenler hikâyesine dönüşüyor burada olay. Değişerek devam etmenin tartışıldığı bir biçime, yönetmenin ifadesiyle, Aristocu estetiğin temeline dinamit koyan bir filme... Bu da yine tekrar ve varyasyona bir gönderme niteliğinde. Çünkü sadece karakter değişmiyor; bina şehrin içinde hareket ediyor, şehir hareket ediyor... Bu şekilde Aristocu estetikteki zaman, mekân, birlik gibi birçok unsur, onun varsayımları yerle yeksan ediliyor.
Günümüz sinemasından beklenen diğer önemli bir görev de çağdaş mitler üretmek Zaim’e göre: “Sinemanın menkıbe araştırma platformu hâline getirilmesi gerekli. Mitler, menkıbeler donmuş ve olup bitmiş olaylar değil. ‘Yedi Uyuyanlar’ bilenen bir hikâye ve bugün için yeniden yorumlanması, sinemaya uyarlanması bir zenginlik. Annenin kaybedilen kolyesinin, mimar kızın yapmaya çalıştığı binanın, inşa ettiği mağarasının en önemli noktası hâline gelmesi sizi insanlık tarihinin birçok menkıbesine götürebilir.”
Derviş Zaim’in bu filmi aynı zamanda yapı ve biçim üzerine düşünme hususuna da vurgu niteliğinde; dayatılan bir üslubun ötesinde, kendi geleneğinden hareket eden bir amacın ürünü. Nasıl ki, 70’lerden ve 80’lerden sonra ortaya çıkan sanat filmleri Alman ve Fransız sinemasından etkilendiyse, 90’lar sineması da minimalizmle iş gördü. Bunlar her ne kadar önemli arayışlar olsa da, geleneğin içinden hareketle bir bakış, zihin, perspektif üretme çabasını yoksullaştırdı. Bu düşüncelerden hareket ederken biçim ve içerik dengesini de ön plâna çıkarıyor yönetmen. Zira bu arayışın yapılacak işi ve yönetmenin kendi zihnini postmodern bir çöplüğe çevirmesine izin verilmemesi de elzem.
Söyleşinin sonlarına doğru, filmlerinde kullandığı mitler hakkındaki soruları cevaplamasının ardından, “Şu âna kadar gelenekten yararlanmaya gayret eden, göbeğinde geleneğin yer aldığı dört tane film yaptım. (…) Bir Türk sinemacısının yapması gereken zorunlu hareketleri, ödevlerimi yaptım. Buradan ilân edeyim, artistik hareketlere geçiyorum, haberiniz olsun.” şeklinde konuşan yönetmen, bundan sonra yapacaklarıyla ilgili nereye gideceğini tam kestiremediği bir proje ve diğer çalışmalarına benzemeyen çok sade bir senaryo üzerinde çalıştığının haberini verdi.
2024 Güz Programı
Vakıf faaliyetlerinin en gelenekseli olan seminerler, her yıl güz ve bahar dönemlerinde gerçekleşiyor.
DETAYLI BİLGİ