- ANA SAYFA
- YAYINLAR
- BÜLTEN ARŞİV
- SAYI 95 YIL: 2017
- Habsburgların Entelektüel Diplomatı Busbecq ve Türk Mektupları
Habsburgların Entelektüel Diplomatı Busbecq ve Türk Mektupları
Zahit Atçıl
Değerlendirme: Yusuf Ziya Altıntaş
Bilim ve Sanat Vakfı Türkiye Araştırmaları Merkezinin Tarih Okumaları toplantıları çerçevesinde seyahatnameler üzerine düzenlediği program serisinin altıncı konuğu Zahit Atçıl oldu. Konuşma Habsburgların entelektüel diplomatı Ogier Ghiselin de Busbecq’in (1522-1592) Osmanlı topraklarına gelişinin ve kaleme aldığı eseri olan Türk Mektupları’nın hikayesi üzerine gerçekleşti.
Öncelikle Busbecq’in hayatından kısaca bahseden Atçıl, tahminen 1522’de bugün Fransa Belçika sınırında buluna Comines adlı bir bölgede doğan Busbecq’in ailesi, çevresi, aldığı temel ve üniversite eğitimi, geliştirdiği dostlukları hakkında bilgiler verdi. Kral Ferdinand’ın hizmetine girişi, 1554 yılındaki ilk elçilik görevi ve 1555 yılı Ocak ayında Osmanlı topraklarına, İstanbul’a gelişinden bahsetti. Busbecq bu seyahatini, gelişinden 1562 yılına kadar Osmanlı topraklarında kalışını, yaşadıklarını, gördüklerini Türk Mektupları adlı eserinde anlatacaktı.
Busbecq’in Osmanlı topraklarına ne için ve hangi misyon ile geldiği sorusu üzerinde duran Atçıl’a göre ilk geliş sebebi biraz karmaşıktı ve sorun esas itibariyle dönemin tartışmalı bir meselesi olan Macaristan’ın Mohaç sonrası durumuyla ilgiliydi. 1540’larda Habsburglar ile Osmanlı arasındaki diplomatik ilişkilerin detayları bu noktada önem taşıyordu. 1547’de iki devlet arasında yapılan ve kuzeyindeki küçük bir kısmı hariç Macaristan’ın Osmanlı’ya bırakıldığını içeren bir anlaşma söz konusuydu. Fakat Habsburglar bu dönemlerde Osmanlı’nın aynı zamanda doğu seferleriyle meşgul olmasından aldıkları cesaretle Macaristan’ın güneyinde bulunan Erdel/Transilvanya topraklarını işgal etmişlerdi ve bunu Osmanlı’ya kabul ettirmeye çalışıyorlardı. Bu çerçevede Busbecq’in ilk geliş nedeni Habsburgların bu konuda Osmanlıyı ikna etmek üzere gönderdikleri geniş çaplı bir heyete, tecrübeli olduğu ve ikna kabiliyetinin yüksek olduğu düşüncesiyle dâhil edilmesiydi.
Atçıl konuşmanın devamında Türk Mektupları’nın kitap olarak nasıl bir serüven yaşadığı ve içeriği üzerinde durdu. Buna göre kitap esasen dört mektuptan oluşmakla birlikte yapılan araştırmalar bu mektupların, kitap olarak yayınlanmadan önce kaleme alınan metinler olduğunu ortaya koyuyordu. Eserin İlk baskısı 1582 tarihli ve Latinceydi. İngilizceye 1694’te çevrilirken, sonrasında farklı dillere çevirileri yapılmıştı. 1927’de İngilizceye yapılan bir çevirisi dikkat çekiyordu, çünkü bazı kısımları muhtemelen akışın bozulacağı düşüncesiyle özetlenmiş ve eksikti. Atçıl en çok piyasada dolanan çevirinin de maalesef bu olduğuna ve bunun bizim için önemli olan tarafının ise Türkçeye yapılmış çevirilerde bu eksik çevirinin kullanılmış olmasına dikkat çekti. Verdiği bilgilere göre eserin 1939’da Türkçeye ilk çevirisi Hüseyin Cahit Yalçın’a aitti. 1953’te bu çeviri yeniden ve fakat aynı eksikliklerle basılmıştı. Hatta 2011 tarihli yine İngilizce eksik çeviriden yapılmış bir çeviri bulunuyor ve yine aynı eksikleri barındırıyordu. Dolayısıyla Atçıl’a göre bugün eserin Türkçeye tam ve eksiksiz çevirisi henüz mevcut değil. Fakat mesela 2010 yılında Fransızcaya yapılan çeviride Latince asıl nüsha kullanılmış, yani tam çeviri.
Mektupların içeriğiyle ilgili Atçıl’ın verdiği bilgilere göre Busbecq 1 Eylül 1555 tarihli birinci mektupta kendisine ilk görev verilmesinden Viyana’ya gidişi, oradan Budin’e ve sonrasında İstanbul’a kadar ki yolculuğunu anlatıyor. Sonra Amasya’ya gidiş dönüşü, İstanbul’da ilk kez karşılaştığı ve ilgisini çeken bazı olaylardan, Şehzade Mustafa, Rüstem Paşa, Hürrem Sultan gibi bazı şahsiyetler ve tarihi eserlerden bahsediyor. Mektupların içeriğinde Busbecq’in İstanbul’daki diplomatik faaliyetlerine dair çok şey bulamıyoruz. Diğer taraftan entrikalara varan detay bilgilere sahip olmalarını ise Atçıl, Busbecq özelinde elçilerin Osmanlı vüzerasıyla bizim zannetiğimizden çok görüşmelerine, irtibatta olmalarına ve dedikodular hakkında bilgi edinmelerine bağlıyor. İkinci mektup 14 Temmuz 1556 tarihli en kısa mektup ve burada Düzmece Mustafa isyanı, Rüstem Paşa’nın yeniden sadarete getirilmesi, Şehzade Beyazıt’ın babası tarafından suçlanması ve affedilmesi gibi olaylar konu ediliyor. Üçüncü mektup birincisi gibi uzun bir mektup ve 1 Haziran 1560 tarihli. İstanbul’da Türklerin günlük ve dini hayatına dair en geniş bilgiler bu mektupta yer alıyor. Edirne’de geçirdikleri kış ve yaşadıkları deprem, döndükten sonra uzun süre Çemberlitaş’ta Elçi Han’da çıkmalarına izin verilmediği için bir nevi hapis gibi kalışları, hanın bahçesinde kendisine pek çok hayvandan oluşan küçük bir hayvanat bahçesi kurması ve bu sebeple arkadaşlarının ona Nuh’un gemisi diye takılmaları, handan kaçıp Üsküdar’a geçerek sultanın sefere çıkış alayını seyretmesi gibi olayları kaydediyor. Tarihsiz olan dördüncü mektupta Piyale Paşa komutasında zaferle neticelenen Cerbe deniz muharebesi, İstanbul’a getirilen esirler ve onlarla münasebetlerinden bahsediyor. Değindiği bir husus da o dönemde İstanbul’da ortaya çıkan veba salgını. Bu salgından dolayı Büyükada’ya taşınıyor. Önceleri Rüstem Paşa’dan izin koparamasa da onun ölümü üzerine sadarete gelen ve hakkında iyi şeyler söylediği Semiz Ali Paşa’dan taşınma iznini koparıyor. Sonrasında barış yapılıyor, Busbecq’in elçiliği bitiyor ve Viyana’ya geri dönüyor.
Busbecq ile eserinin hikayesi ve içeriği hakkında detaylı bilgiler sunan Atçıl, son olarak özellikle ilgisini çeken bazı seçme pasajları katılımcılarla paylaştı. Bunlardan ilki soyluluk meselesi üzerineydi. Busbecq kendisinin iyi eğitimli biri olmasına rağmen evlilik dışı bir çocuk olarak doğduğu için aristokrat olamamasından ve iyi mevkilere getirilmemesinden şikayet ediyordu. Halbuki ona göre Osmanlı’da böyle olmuyor, kimse doğduğu aileden dolayı diğerlerinden farklı kılınmıyor ve herkes yaptığı işe ve başarısına göre makamlara gelebiliyordu. Hatta sultanın en yakınındaki kimseler çobanların oğullarıydı. Enteresan bir bilgi de Busbecq’in hanlarda duvarlardaki boşluklara sıkıştırılmış kağıtlara epey bir zaman anlam verememiş olmasıydı. Sonra sonra öğrenmiş ki Türkler üzerine Tanrının adı yazılabileceği için kağıda çok saygı gösterirler, yerde buldukları kağıtları çiğnenmesin diye kaldırıp duvarlardaki boşluklara sıkıştırırlarmış. Atçıl’a göre en orijinal bilgilerden biri de Amasya’ya gittiğinde Kanuni ile görüşüp Ferdinand’ın mektubunu verdikleri zaman hakkında anlattıkları. Buna göre Busbecq, elçiler ülkelerine dönmeden onlara sultanın sıhhatının yerinde olduğu intibaını vermek için yüzüne pudra sürüldüğünden ve böylece yabancı hükümdarlara gözdağı verilmesinin umulduğundan bahsediyor. Türklerin askerlik anlayışı ile ilgili bir kısımda, “seferde yemeği beğenmeyen bizim askerlerimizden ne kadar da farklılar” deyip, Türk askerlerinin olumlu özelliklerini sayarken “bizde ise itaatsizlik ve ahlaksızlık gibi hep olumsuz özellikler var” diyerek “neticede onlar zafere alışkın, biz ise yenilgiye” demesi dönemin Osmanlı askeri gücüne işaret ediyor. Bu bağlamda Türklerin matbaa dışında başta askeri teknolojiyi çok hızlı aldıkları, teknik yeniliklere çok açık olup, hemen alarak adapte ettiklerinden bahsetmesi manidar. İfadeler gösteriyor ki Busbecq Osmanlı’nın askeri gücüne hayran olup kendileri için de böyle güçlü ve düzenli bir ordunun hayalini kuruyor. İstanbul ve Osmanlı hayatı, kadınların iffeti ve kıyafetleri, İstanbul’da yaşanan veba salgını üzerine Türklerin kayıtsızlığı gibi konularda aktardığı pasajlar klasik batılı bakış açısını göstermekle birlikte ilgi çekiciydi. Atçıl son olarak da Busbecq ile birlikte Osmanlı topraklarına gelen maiyetindeki bazı yazar ve entelektüellerinden bahsederken, bu isimlerden özellikle günlük tutan ve resimler çizen Hans Dernschwam’ın eserlerine ve çevirilerine işaret etti.
2024 Güz Programı
Vakıf faaliyetlerinin en gelenekseli olan seminerler, her yıl güz ve bahar dönemlerinde gerçekleşiyor.
DETAYLI BİLGİ