- ANA SAYFA
- YAYINLAR
- BÜLTEN ARŞİV
- SAYI 96-97 YIL: 2018
- Türkiye’de Kır Mekânının Sosyo-Ekonomik ve Kültürel Dönüşümü
- SAYI 96-97 YIL: 2018
Türkiye’de Kır Mekânının Sosyo-Ekonomik ve Kültürel Dönüşümü
Ferhat Kentel, Murat Öztürk
Değelendirme: Hüseyin Etil
Küresel Araştırmalar Merkezi Mart ayındaki bir yuvarlak masa toplantısında Prof. Dr. Ferhat Kentel ve Doç.Dr. Murat Öztürk’ü konuk etti. Kentel ve Öztürk, 2014-2017 tarihleri arasında TÜBİTAK bünyesinde birlikte gerçekleştirdikleri “Kır Mekânının Sosyo-Ekonomik ve Kültürel Dönüşümü: Modernleşen ve Kaybolan Geleneksel Mekânlar ve Anlamlar” başlıklı araştırma projesini anlattılar.
Söze başlayan Kentel araştırma projesinin genel hatlarını, neyi amaçladıklarını, nasıl bir araştırma yürüttüklerini özetledi. Buna göre bu araştırma projesi ile kaybolan ve yeni gelişen köylerin sosyo-kültürel ve ekonomik özelliklerinin tespit edilmesi amaçlanmıştır. Başta ekonomik faaliyetler olmak üzere köylerin teknoloji ile ilişkileri, kentle girdikleri yoğun mesailer, buna uygun olarak gelişen yeni gündelik yaşam pratikleri tartışılmıştır. Yalnızca makro-ekonomik yapılara odaklanılmamış, köylülerin gündelik yaşamlarına da dikkat çekilmiştir. Bu doğrultuda köylülerin geleneksel yaşam ilişkileri cemaat ve aile yapılarının çözülmesi, medya ve tüketim ilişkileri çerçevesinde ele alınmıştır. Sosyal yaşam ve değerler dünyasında nelerin koptuğuna ya da hangi geleneksel ilişkilerin devam ettiğine odaklanılmıştır. Araştırmanın metodolojik boyutu ikilidir. Bir yandan makro-ekonomik yapılara odaklanılmış ve burada istatistiksel yöntem kullanılmıştır; diğer yandan ise köylülerin gündelik yaşamlarına odaklanılmıştır ve burada derinlemesine mülakat ve grup çalışması gibi niteliksel yöntemlere başvurulmuştur. Kolektif bir araştırma projesi olan bu çalışmanın istatistiksel ayağını Murat Öztürk, niteliksel boyutunu ise Ferhat Kentel üstlenmiştir.
Kentel, araştırmanın safhalarını özetledikten sonra araştırmayı yapılandıran temel teorik problemlere değindi. Köylülük konusunda modernleşme literatürünün bir eleştirisine değinen Kentel, ilgili literatürde modernleşme ile birlikte köylülüğün tasfiye edileceğinin varsayıldığını ve bu yaklaşımın modernleşmeci bütün siyasal ideolojilerce de desteklendiğini söyledi. İlerlemeci ve modernleşmeci bu yaklaşımının tek yanlı olarak köylüleri pasifleştirdiğini, somut yaşamın kendisindeki farklılaşmaları, melezleşmeleri gözden kaçırdığını belirtti. Buna göre köylülük kategorik olarak ortadan kalkmıyor, yeni biçimler altında devam ediyordu. Köylüler ölmüyor, aksine “köylülük” melez biçimler altında varlığını sürdürüyordu. Modernleşmenin yapısalcı öğretisinin nesneleştirdiği köylülerin bir aktör olarak görüldüğü bu yaklaşım içinde modernleşmenin pasif kabullenicileri olmaktan çıkarak “direniş öznesi” haline geliyorlardı. Kentel, kendi araştırmalarının bu gibi teorik sonuçları olduğunu ileri sürdü. Araştırmanın ayırt edici özelliğinin köylülerin bu özgül durumlarına odaklanması olduğunu ekledi. Kentel, gerek modernleşme teorisinin içinden gerekse bir bütün olarak modernitenin düşünme alışkanlığı olan “köy-kent”, “rasyonel-irrasyonel”, “dindar-seküler” gibi dikotomik ayrımlardan bakmanın hatalı olduğunu, somut yaşam dünyasındaki ilişkilerin teorik sınıflandırmalarda olduğu kadar saf ve billurlaşmış olmadığını belirtti.
Kır ve kent gibi ayrımların anlamlı olmadığı gibi müphem ve melezlikleri dışlamakta olduğunu dile getiren Kentel, geleneksel köylü tarımının ortadan kalkmadığını; küçük üretime karşı kitlesel üretimin daha rasyonel olduğu anlayışına karşı direnişler, alternatif arayışlar, perma-kültür vb. geleneksel tarıma “dönüşlerin” de olduğunu söyledi. Buna göre kentleşme tek yanlı şekilde düz bir çizgide ilerleyen zikzaksız bir süreç değil, belli güç ilişkileri içinde kavranması gereken ve dolayısıyla direnişlere, alternatif arayışlara açık bir güç mücadelesi temelinde kavranması gereken, kendi içinde geri dönüşleri ve melezleşmeleri barındıran oldukça karmaşık bir süreçtir. Bu bakımdan Kentel, kaybolan köyler olduğu kadar direnen köyler de olduğuna dikkat çekti. Temel bulgularını ise şöyle özetledi: Köy ile kent arasında ne köylü ne kentli olan, “arada kalmış” olarak da görülemeyecek olan “melez aktörler” gelişmektedir. Hem kentli metotları hem de “atadan kalma” üretim tekniklerini aynı anda kullanan insanlar türemektedir. Kentten köye dönenler “hem köylü hem de kentli” denilen yeni bir tür öznelliği ortaya çıkarmıştır. Bu bakımdan “geleneksel köy hayatı” ile “modern kent hayatı” gibi iki karşıt nokta yoktur, aksine paradoksal görülecek başka bir sonuç vardır: Kentel’e göre “göç” tam da bu anlamda hem köyü hem kenti aynı anda düşünmemize imkân veren sınır-kavramdır. Köyden kentte göçenler kente yeni ürünler ve araçlar taşımakta iken, kentten köye göçenler de oraya mütemadiyen yeni ürün ve araçlar taşımakta ve sonuç olarak ortaya melez kimliğe sahip yeni aktörler çıkmaktadır.
Kentel’in ardından konuşan Öztürk araştırmanın temel verilerini ve bulgularını paylaştı. Yüz yüze anketlerle hane halkından toplanmış verilerin sonuçlarını özetledi. İstatistiklerle göstermek istedikleri şeyin temel olarak köylülüğün metalaşma ve piyasalaşma dinamikleridir. Geleneksel tarımsal üretim metalaşma ve piyasalaşma süreci içinde üretim ve tüketim ilişkileri bağlamında tasfiye olmakta ve hızlı bir kapitalistleşme süreci yaşanmaktadır. Metalaşma demek piyasa için üretim, yani satmak için üretim demektir. Ürettiklerini kullanarak yaşamı idame ettirmek yerine ürettiği ürünü satarak yaşamını idame ettirmek demektir. Öztürk, tarımda yaşanan metalaşma sürecini çeşitli göstergeler üzerinde tespit etti. Buna göre metalaşmanın en önemli göstergesi tarımda üretim girdilerinin satın alınmasıdır. Girdilerin pazardan temin edilmesi, piyasa ilişkilerinin genişlemesi anlamına gelir. Köylülerin üretim araçları ve üretim maliyetlerinin neredeyse tamamı piyasa ilişkilerince çevrelenmiştir. Tohum, gübreleme, ilaçlama, traktör, üretim araçları gibi tüm üretim girdileri piyasadan temin edilmek durumundadır. Bir diğer metalaşma göstergesi de emek gücü ve toprağın metalaşmasıdır Kırdaki geleneksel işgücü aile emeği biçimindedir. “Aile emeği”nin yerine “ücretli emek” geçiyor. Üretim ve tüketim ilişkileri piyasalaştığı ve geçimlik üretimin yerini kitlesel üretim aldığı için ekonomik faaliyet aileden taşarak genelleşmekte ve uluslaşmaktadır. Emeğin geleneksel dayanışmasının yerine ücretli emek daha sık kullanılıyor ve ücretli emek hâkim hale geliyor. Bir diğer üretim girdisi olan toprak da hanenin mülkü olmaktan çıkarak piyasalaşıyor ve metalaşıyor. Toprakların satılmasının önemli bir sebebini borçların ödenmesi oluşturuyor.
Öztürk, üretim girdilerinin dışında yaşam araçlarında da benzer bir metalaşma ve piyasalaşma ilişkisinin geliştiğini belirtti. Bunun sonucunda köylüler artık yalnızca üretim girdilerini piyasadan temin etmemekte, çeşitli gıda ve tüketim araçlarını da piyasadan satın almak zorunda kalmaktadır. Köylüler bu bakımdan hem “üretici” hem de “tüketici” olarak piyasa ilişkileri içine çekilmektedir. Böylece köylülüğün evrensel tanımı olan “kendi geçimi için üretim yapmak” ortadan kalkıyor ve yerine piyasa için üretim yapmak gelişiyordu. Ekmek, salça, yumurta, pekmez, reçel, tarhana, et, süt gibi gıdalarda giderek piyasaya bağımlı hale geliyorlar. Bu sürecin gelişmesinde büyük market zincirlerinin küçük şehirlere doğru genişlemesinin büyük etkisi vardır. Gençlerin kentlere eğitim ve çalışma amaçları ile göçtükleri düşünüldüğünde geleneksel üretim bilgileri de geleneksel tohumlar gibi ortadan kayboluyor. Bunun sonucu olarak geleneksel aile daralarak çekirdek aile yapısı gelişiyor. Öztürk, metalaşma sürecinin sadece gıda tüketiminde değil, dayanıklı tüketim mallarında yaşandığının altını çizdi. Beyaz eşyadan otomobile kadar her haneye giren bu ürünler ve genel olarak artan tüketim maliyetleri insanların “nakit” ihtiyaçlarını artırmaktadır. Artan nakit ihtiyacının karşılanması da üretim ilişkilerinde “satma”nın öne çıkmasına neden olmaktadır. Köylüler piyasa için üretim yaparak bir nakit elde ediyorlar ve bununla da yeni ürünler satın alıyorlar. Marx’ın bahsettiği küçük meta üretim sürecinin mantığı gerçeklik kazanıyor: Satın almak için satmak. Bunun sonucu olarak hem üretim girdilerinde hem tüketim düzleminde geleneksel dayanışma pratikleri ortadan kalkarak piyasa dolayımlı bir hale geliyor. Birlikte üretmek yerine gelişmiş üretim teknikleri aracılığıyla bireysel üretim; birlikte tüketmek yerine bireysel tüketim alışkanlığı gelişiyor. Geleneksel yardım ve dayanışma pratikleri bir değer olarak ortadan kalkıyor. Onun yerine piyasa rekabeti hâkim hale geliyor.
Metalaşma süreci bütünüyle geleneksel ilişkileri topyekûn tasfiye etmiş değil ancak istatistiksel olarak metalaşma saptanabilir hale geldiği için bir eğilimi temsil ediyor. Köylülerin bir kısmı halen kendi tüketimleri için bahçelerinde sebze ve meyve üretiyorlar; reçel, pekmez, turşu yapıyorlar; inek ve koyun beslemeye devam ediyorlar. Köylüler dilsel olarak piyasa ile geçimlik arasında bir ayrımı yapmışlardır. Tarlalarında “yemeklik” adını verdikleri bir kısım bulunur. “Ev ekmeği” ile “çarşı ekmeği” arasındaki ayrım da iki üretim tarzı arasındaki farkı ortaya koyar. Ancak tüm bunların dışında giderek hâkim hale gelmesi bakımından kırın kapitalistleşerek piyasa ve meta ilişkileri içine çekildiğini istatistiksel olarak tespit etmek mümkündür.
Sonuç olarak bu araştırma ile şunları söylemek mümkündür: Kentel ve Öztürk’ün anlatımları arasında çelişkili bir anlatım göze çarpmaktadır: İstatistiksel veriler modernleşme teorilerinin ve genel olarak modernlik anlatısını haklı çıkaracak cinste iken, yani kırın makro-ekonomik yapısının kapitalistleştiğine ve köylülüğün giderek ortadan kalktığına işaret ederken, Kentel’in melezliğe ve direnişe odaklanan yaklaşımında ise “dönüşler” öne çıkmaktadır. Bir yanda istatistiklerin anlattığı taze bir modernleşme hikâyesi durmakta, diğer yanda ise taze bir post-modernleşme hikâyesi. Bir yanda modernliğin derinden derine nasıl nüfus ettiği anlatılmakta iken, diğer yanda direniş imkânlarına ve yeni köylülere odaklanılmaktadır. Öztürk, istatistiklerle köylerin kaybolduğuna ve köylülerin toprağa olmasa da piyasaya karıştığına vurgu yapmakta, sürecin kaçınılmazlığına dikkat çekmekte, buna karşılık Kentel ise bu makro sürecin yanında gelişen direniş ve kaçınmaların olduğuna vurgu yapmaktadır.
2024 Güz Programı
Vakıf faaliyetlerinin en gelenekseli olan seminerler, her yıl güz ve bahar dönemlerinde gerçekleşiyor.
DETAYLI BİLGİ