- ANA SAYFA
- YAYINLAR
- BÜLTEN ARŞİV
- SAYI 69 YIL: 2009
- İslâmî İlimler-2: Fıkıh Usulü Literatüründe İstıshâb
İslâmî İlimler-2: Fıkıh Usulü Literatüründe İstıshâb
Nurhayat Haral Yalçı
31 Mart 2009
Değerlendirme: Mustafa Demiray
Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü’nde yakın zamanda tamamladığı “İlk Beş Asır Usulü’l-Fıkh Literatüründe İstıshâb Delili” başlıklı doktora tezini Bilim ve Sanat Vakfı Medeniyet Araştırmaları Merkezi’nin konuğu olarak katıldığı Tezgâhtakiler programında bizlerle paylaşan Nurhayat Haral Yalçı, konuşmasının başında istıshâb konusunun usul-ı fıkıh içinde teknik bir konu teşkil ettiğini vurguladıktan sonra tezinde fıkıh usulü ilminin gelişimi açısından önemli bir asır olan beşinci asır dâhil olmak üzere, ilk beş asır usul eserlerindeki istıshâba dair mülahazaları ve bu delilin ilk dönem usul bilginleri tarafından nasıl algılandığına dair temel yaklaşımları ortaya koymaya çalıştığını ve bu konuyu değerlendirebilmek için, aralarında dört mezhep âlimlerinin yanı sıra İbn Hazm, Kadı Abdülcebbar, Ebu’l-Hüseyn el-Basrî gibi âlimlerinde bulunduğu, farklı mezhep ve ekollerden 18-20 müellifin eserlerini incelediğini ifade etti. İncelediği döneme ait eserlerde fıkıh usulünün ve kavramlarının henüz oturmamış ve tam yerleşmemiş olduğunu ifade eden Yalçı, bu sebeple hem konudan hem de malzemeden kaynaklanan zorluklarla karşılaştığını dile getirdi.
Konuşmacı, araştırmasının başlangıç soruları olarak şunları ortaya koydu: Şâri‘in hakkında hiçbir hüküm belirtmediği bir alan var mıdır? Kitap ve sünnetten, yani sayıca sınırlı metinlerden hareketle sınırsız olayların çözümüyle meşgul olan, bu çözümleri üretmek için gerekli delil ve metotları araştıran ve hiçbir olayın hükümsüz bırakılamayacağı kanaatini taşıyan müctehidler, hakkında hüküm belirtilmemiş alanlara nasıl ve ne kadar müdahil olabilirler? Bu boş alanda aslolan hazr mıdır ibâha mı?
Esasta “sabit olan şeyin devamlılığı”nı ifade eden istıshâb, fıkıh usulündeki fer‘î delillerden biridir. Fıkıh usulü âlimleri istıshâbı “Geçmişte sabit olan bir durumun -değiştiğine dair delil bulunmadıkça- hâlihazırda varlığını koruduğuna hükmetmek” olarak tarif ederler. Buna göre, varlığı yakinen bilinen bir şeyin ortadan kalktığı ve keza yokluğu kesin olarak bilinen şeyin ortaya çıktığı hususunda şüpheye düşüldüğünde -ortadan kalkma ya da ortaya çıkmaya dair delil bulunmadığı müddetçe- istıshâb ile hükmedilerek, önceden kesin olarak bilinen durumun sürdüğüne hükmedilir. Konuyla ilgili üç temel ilkenin (Berâet-i zimmet asıldır / Eşyada aslolan ibâhadır / Şek ile yakîn zail olmaz) yanı sıra benzer ilkelerin de (Aslolan bir zamanda sabit olan şeyin varlığını devam ettirmesidir) ilgili eserlerde hem metin hem de kavram olarak yer aldığını söyleyen Yalçı, istıshâb-ı hâl ile ibâha-i asliyye arasındaki ilişkiye de dikkat çekti. Buna göre, “hakkında özel delil bulunmayan durumlarda eşyadan yararlanma ve davranışlarda serbest olmak anlamında istıshâb, müctehidin zihninde yer alan ve akılda yerleşik birer hüküm olduğu kabul edilen aslî ibâha ve aslî berâet anlayışlarının literatürde teknik olarak ifade edilmiş hali gibidir. Dolayısıyla usul eserlerinde genellikle şer‘î delillerin sonuncusu olarak zikredilen istıshâbın, hakkında hükmü belirlenmeyen şeylerde aslî ibâha fikrine ulaştırması açısından, aslında fer‘î delillerin ilki olarak düşünülmesi mümkündür.”
Nurhayat Yalçı, istıshâbın terim olarak ilk defa Malikî mezhebine mensup İbnu’l-Kassâr’ın eserlerinde görüldüğünü, ancak ondan önce Hanefîlerden Cessâs’ın metinlerinde ilgili kavramlara rastlandığını ve ilk dönemdeki usul eserlerinde konunun dağınık bir şekilde ele alındığını ifade etti. Ayrıca, bu dönemdeki usul bilginlerine istıshâb konusundaki görüşlerinin kelâmî görüşleriyle de alakalı olduğuna; hatta şeriatın vürudundan önce eşyaya dair hükümleri ve hüsn-kubh meselesindeki görüşlerine göre istıshâb hakkındaki bakış açılarının farklılaştığına değindi.
Yalçı’ya göre, ilk dönem usul eserlerinde “berâet-i zimmet” ile maddî bir borç değil; dinî mükellefiyetin yokluğu anlaşılıyordu; berâet-i asliyye, nefyü’l-hükm, nefyü’l-vücûb da denen bu ilkeye göre, şer‘ varid olmadıkça ya da şer‘î delil bulunmadıkça herhangi bir dinî yükümlülük de doğmamaktadır.
Çoğu lisansüstü öğrenci ve akademisyen olan dinleyicilerin sorularıyla daha da açılan konu ve tartışmalar, Yalçı’nın, karşılaşılan meselelerde müctehidin önünü açması ve küllî bir bakış açısı sunması açısından çok büyük önem taşıyan istıshâbın, ilk dönemdeki anlamı öne çıkarılarak fıkıh faaliyetindeki yerini alması gerektiği yönündeki kanaatini paylaşmasıyla sona erdi.
2024 Güz Programı
Vakıf faaliyetlerinin en gelenekseli olan seminerler, her yıl güz ve bahar dönemlerinde gerçekleşiyor.
DETAYLI BİLGİ