- ANA SAYFA
- ARAŞTIRMA MERKEZLERİ
- KAM
- PANEL: İşgalin 9. Yıldönümünde Irak
KAM PANELLER
PANEL: İşgalin 9. Yıldönümünde Irak
9 Mart 2012 Cuma Salon: ZEYREK SALONU
“Irak’ta egemenlik, birlik, siyasi istikrar ve güvenlik meseleleri henüz çözülebilmiş değil”
Değerlendirme: Merve Uğur
Mart ayı itibarıyla işgali üzerinden tam dokuz yıl geçen ve işgalci askerlerin 2011 yılı itibarıyla tamamen geri çekildiği Irak’ın hâlihazırdaki durumu, Küresel Araştırmalar Merkezi’nin düzenlediği “İşgalin 9. Yıldönümünde Irak” panelinde tartışıldı. İstanbul Şehir Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü öğretim üyesi Talha Köse’nin oturum başkanlığını yaptığı, NTV program yapımcısı gazeteci-yazar Mete Çubukçu’nun uçağındaki rötar nedeniyle katılamadığı panelde SETA Dış Politika Araştırma Asistanı Furkan Torlak ve Dışişleri Bakanlığı Stratejik Araştırmalar Merkezi Başkan Yardımcısı Mesut Özcan, Irak’ın mevcut fotoğrafını çok iyi bir şekilde çektiler ve geleceğe ilişkin öngörülerini bizimle paylaştılar.
“Amerikan işgali, askerî boyuttan sivil boyuta taşınmış durumda”
Panelistlerden Furkan Torlak, Amerikan birliklerinin geri çekilmesinin ardından Irak’ın hem bugününe hem de geleceğine damgasını vuran temel meseleleri ve yeni düzen arayışlarını ele aldığı konuşmasına, Irak Savaşı’nın ABD’nin Vietnam Savaşı’ndan sonraki en geniş çaplı askerî operasyonu olduğunu hatırlatarak başladı. Irak halkının işgalin sona ermesiyle ilgili duygu ve düşüncelerini öğrenmek ve karşı karşıya kaldıkları durumu gözlemlemek amacıyla gerçekleştirdiği Irak ziyaretinde edindiği izlenimleri aralık ayında Ufuk Ulutaş ile birlikte raporlaştıran1 Torlak, bu raporda üzerinde durdukları beş temel mesele üzerinden konuşmasını şekillendirdi. Irak’ın yakın geleceğini etkileyecek bu beş mesele hakkında Torlak şu değerlendirmelerde bulundu:
1. Egemenlik meselesi: Torlak, Ameri-ka’nın Irak’tan çekilme zeminini iki anlaşma üzerine kurduğunu belirtti. Bunlardan 1 Ocak 2009 itibarıyla yürürlükte olan SOFA Anlaşması (Status of Forces Agreement), aşamalı olarak Irak’tan çekilme sürecinde Amerikan askerî kuvvetlerinin durumunu belirlerken; daha uzun vadeli olan Stratejik Çerçeve Anlaşması, çekilme sonrasında Amerika’nın Irak ile kuracağı siyasi, iktisadi ve toplumsal ilişkilerin çerçevesini çiziyordu. İlk anlaşma gereği Amerikan muharip birlikleri Haziran 2009 itibarıyla şehirlerden ayrılmaya başladı. Ağustos 2010 itibarıyla da son muharip birlikler
Irak’tan ayrıldı. 2011 yılı sonuna gelindiğinde ABD’nin Irak’ta, Irak ordusunu eğitme ve ülkedeki Amerikan misyonunu koruma dışında görevi olmayan 2000-3000 askerden başka herhangi bir kuvveti kalmadı. Torlak askerî çekilmenin anlaşmaya uygun şekilde gerçekleştiğini belirtirken farklı bir noktaya da dikkat çekti: Amerika’nın Irak’ta bürokratik anlamda varlığını halen sürdürmesi. Zira şu an Irak’ta resmî rakamlara göre 15.000 kişinin çalıştığı bir Amerikan Büyükelçiliği var ve bu yapılanma ile ABD Irak’taki tüm gelişmeleri yakında takip ediyor. Dolayısıyla bu sivil yapılanma ile işgal, askerî boyuttan sivil boyuta taşınmış oldu.
Torlak, ABD’nin askerî çekilişini Irak’ın egemenlik problemiyle ilişkilendirdi. Irak’ın hâlâ gerçek anlamda egemen olamadığına dikkat çekerken bunu 1990’daki Kuveyt’i işgaline dayandırdı. Zira Kuveyt’i işgali üzerine BM Güvenlik Konseyi kararıyla Irak’ın egemenliği sınırlandırılmıştı. SOFA ve Stratejik Çerçeve Anlaşması ile ABD bu sınırlandırmayı ortadan kaldıracağına söz vermiş olsa da Aralık 2011’de toplanan BM Güvenlik Konseyi bunun devamı yönünde bir karar aldı. Dolayısıyla Irak’ın egemenlik meselesi henüz çözülebilmiş değil.
“Kimlik siyaseti, hükümet çalışmalarına sekte vuruyor ve toplumsal tabandaki kırılmaları derinleştiriyor”
2. Siyasi istikrar meselesi: Torlak, Irak’ta işgalden bu yana altı ayrı yönetim kurulduğunu, bunlardan ilk ikisinin “doğrudan Amerikan yönetimi”, sonraki ikisinin “Amerikan kontrolünde Irak yönetimi” ve son ikisinin ise “uluslararası toplum ve ABD etkisindeki Irak yönetimi” olduğunu belirtti. Torlak’a göre, Irak’taki siyasi süreç Sünni, Şii ve Kürtlere dayanan etnik ve mezhepsel ayrım üzerine kurulu ve bu süreçte taraflar karşılıklı güvensizlik içinde siyaset yapıyorlar. Kimlik üzerinden yapılan siyaset ise toplumsal tabandaki kırılmaları derinleştiriyor. Koalisyon hükümetinde de gözlenen bu ayrışma, hükümet çalışmalarına sekte vuruyor; her kafadan bir ses çıkması nedeniyle birinin yaptığını öbürü bozuyor.
Torlak, 2010 seçimleri sonrası ortaya çıkan siyasi yapıyı değerlendirirken Irak Meclisi’nde öne çıkan dört büyük gruptan bahsetti: (i) Seküler bir oluşum olan Iyad Allavi liderliğindeki el-Irakiyye grubu (Irak Ulusal Hareketi)(91 milletvekili), (ii) Nuri el-Maliki başkanlığındaki Hukuk Devleti Koalisyonu (89 milletvekili), (iii) Sadr ve el-Hekim grubu başta olmak üzere Şii İslamcıların bir araya geldiği Irak Ulusal İttifakı (70 milletvekili), (iv) Mesut Barzani ve Celal Talabani’nin başını çektiği Kürdistan İttifakı (43 milletvekili). Seçimler sonucunda cumhurbaşkanı Kürtlerden Celal Talabani, başbakan Şii Araplardan Nuri el- Maliki, meclis başkanı ise Sünni Araplardan Usame el-Nuceyfi olarak belirlenirken bakanlıklar da yine bu gruplar arasında paylaşıldı. Güvenlikle ilgili bakanlıkların (savunma ve içişleri bakanlığı ile ulusal güvenlikten sorumlu devlet bakanlığı) paylaşılamaması üzerine Maliki, anlaşma sağlanana kadar bu üç bakanlığı başbakanlık ile birlikte kendisinin yöneteceğini açıkladı ve bir yıl boyunca bu makamlara kimseyi atamadı. Sonrasında ise bu makamları vekâleten görevlendirdiği kişiler aracılığı ile elinde tutması hem Sünnileri hem de Şiileri kızdırdı. Torlak, bu durumun Irak’ta farklı çevrelerce bir “Saddamlaşma” eğilimi olarak algılandığını da aktardı.
“Irak’ta birliği sağlayacak anayasal bir zemin olmadığı gibi ayrışmayı tetikleyen birçok sebep var”
3. Birlik veya bölünme durumu: Torlak, Irak Anayasası’nda yer alan “federal bölge” kavramının tanımlanmamış bir kavram olup Anayasanın bölgesel yönetimlere tanıdığı haklardan ötürü ülkedeki mevcut fay hatlarını tetikleyebilecek bir yapıda olduğuna dikkat çekti. Ardından etnik ve mezhepsel grupların federalizme bakışlarını değerlendirdi. Buna göre, en başta Irak’ın bütününü kontrol edebilecek güce sahip olmayan Şii yönetimi, zaman içinde güç kazanmasıyla birlikte Kürt Bölgesel Yönetiminin varlığından rahatsızlık duymaya başladı. Başta bölgesel yönetim kavramına karşı çıkan Sünni Araplar ise, Şiiler ve Kürtler karşısında dezavantajlı konuma düşmeleri üzerine, kendi bölgesel yönetimlerini kurma taleplerini dillendirir hale geldiler. Her ne kadar kimileri Sünnilerin bu tehditle Bağdat yönetiminden kazanımlar elde etmeye çalıştığını düşünse de Torlak’a göre bu dezavantajlı durumun devam etmesi halinde Sünni Arapların federal yönetime daha sıcak bakıp kendi bölgesel yönetimlerini kurmaları ihtimal dâhilinde. Ayrıca “normalleşme” henüz sağlanamadığı için hiçbir statü verilemeyen Kerkük gibi anlaşmazlık bölgeleri de mevcut. Kısaca Irak’ta birliği sağlayacak anayasal bir zemin olmadığı gibi ayrışmayı tetikleyen birçok sebep var.
“Dış saldırılara karşı koyma gücü olmayan Irak ordusu, iç güvenliği sağlamakta da yetersiz”
4. Güvenlik meselesi: Irak ordusunun hava ve deniz kuvvetlerinden ziyade iç güvenliği sağlamaya odaklı piyade birliklerinden oluştuğunu belirten Torlak, Genelkurmay Başkanı Babekir Zebari’nin “Ordunun 2030 yılına kadar dışarıdan gelecek herhangi bir saldırıya karşı koyabilme gücü yok” sözünü hatırlattı ve şunları söyledi: Irak ordusu sadece dışarıdan gelebilecek saldırılara karşı zayıf değil, iç güvenliği sağlamakta da yetersiz ve bu zaaf yine ordu içindeki etnik ve mezhepsel ayrılıklara dayanıyor. Ordu içinde bir de “eski subay”- “yeni subay” tartışması var; yeni subaylar eskileri diktatörlükle, eski subaylar ise yenileri İran ajanlığıyla suçluyor. Öte yandan Irak’ta ikili bir ordu yapısı var; bölgesel yönetimin ordusu ile merkezî yönetimin ordusu ileride Kerkük gibi anlaşmazlık bölgelerinde çatışmaya dahi girebilir.
“Başta işgalci sayılan ABD, artık Irak’ın iç meselelerinde hakem konumuna geldi”
5. Çekilme sonrası Irak’ta jeopolitik boşluk meselesi: Amerika’nın Irak’tan çekilmesinin bir jeopolitik boşluk oluşturduğu görüşüne karşılık Torlak, ülkedeki Amerikan Büyükelçiliğinin etkisine işaret ederek, başlarda işgalci güç olarak görülen ABD’nin artık Irak’ın iç meselelerinde hem Sünniler hem Şiiler hem de Kürtler tarafından hakem konumuna çekildiğine dikkat çekti. Diğer yandan Amerikan birliklerinin ülkelerine geri dönmediğini, sadece Bahreyn, Kuveyt ve Suudi Arabistan’a çekildiğini, yani herhangi bir sorun çıkması durumunda çok kısa bir sürede Irak’a geri gelebileceklerini söyledi. Amerikan ordusunun halen Irak’ın hava ve deniz sahasını kontrol ettiğini de hatırlattı.
Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, Ortadoğu’daki jeopolitik dengeleri değerlendirirken iç içe geçmiş üç üçgenden söz eder. Buna göre dış üçgendeki dengeleyiciler Türkiye- Mısır-İran, iç üçgendeki dengeleyiciler Suudi Arabistan-Irak-Suriye, en iç üçgendeki dengeleyiciler ise Ürdün-Filistin-Lübnan’dır. Torlak, Irak’ın ortadaki üçgende yer alan dengeleyici bir unsur olmasının yanında, bir de Basra jeopolitiğinde yer alan üç temel güçten (İran- Irak-beş küçük emirlikle Suudi Arabistan’dan müteşekkil Körfez İşbirliği Konseyi ülkeleri) birisi olduğunu söyledi. Irak’ın kuruluşundan Amerikan işgaline kadar geçen dönemde garnizon görevi gördüğünü, özellikle 1980’lerden itibaren Körfez İşbirliği Konseyi tarafından İran’a karşı dengeleyici bir unsur olarak kullanıldığını belirtti.
“Amerikan işgaliyle birlikte Irak, İran’ı dengeleyici bir unsur olmaktan çıktı”
Torlak’a göre Irak’ın İran’ı dengeleyici bir unsur olarak kullanılması durumu Amerikan işgaliyle birlikte son bulurken süreç tam tersine döndü. Körfez İşbirliği Konseyi’nin en önemli aktörü olan Suudi Arabistan da Irak’ta İran’a yakın bir yönetimin başa geçmesiyle bu dengenin bozulduğunu hissedip güvenlik stratejisinde değişikliğe gitti. Suudi Arabistan’ın işgal sonrası güvenlik stratejisi ABD’nin bölgede varlığı ve güvenliği sağlaması üzerine kurulu hale geldi. Ancak bu strateji kısa sürdü; ABD’nin Irak’tan çekilmesi ve İran’ın Irak’ta nüfuzunu giderek artırması sonucunda Riyad yönetimi silahlanma yolunu seçti.
Suriye’ye gelince, Irak ile ortak jeopolitiği paylaşmalarına ve Baas Partisi tarafından yönetilmelerine rağmen iki ülke arasında sürekli bir gerilim olageldi ve İran-Irak Savaşı’nda Suriye İran’ın tarafında yer aldı. İşgal sonrası dönemde de iki ülke arasındaki gerilim devam etti ve hatta 2009’daki krizde Türkiye tarafların aralarını bulmaya çalıştı. Ancak “Arap Baharı”yla birlikte Suriye’de başlayan siyasi istikrarsızlık döneminde Irak, İran’ın da etkisiyle, Arap Birliği’nin ekonomik ambargo gibi tekliflerini reddetti ve Şam’ı rahatlatıcı bir tavır izledi. Torlak, yine de ABD’nin baskıları sonucunda Irak’ın son BM Genel Kurulu’nda Suriye’yi kınayan tasarıya evet oyu kullandığını ve mart ayında Irak’ta yapılacak Arap Birliği zirvesine Beşşar Esed’in davet edilmeyeceğini duyurduğunu hatırlatarak konuşmasını sonlandırdı.
“Irak, Türk dış politikasında belirleyici bir unsurdur”
Mesut Özcan, Irak’ın Türk dış politikasındaki yerini ve önemini değerlendirdiği konuşmasına, Irak’ta yaşanan gelişmelerin hem Kürt sorununu hem de Ortadoğu’daki gelişmeleri doğrudan etkilemesi bakımından Türk dış politikasında -özellikle Türkiye’nin Ortadoğu politikasında- belirleyici bir unsur olageldiğini vurgulayarak başladı. 2003’teki işgal öncesinde yaşanan gelişmelerin Irak siyasetini nasıl etkilediğine değindi. Buna göre, 1 Mart Tezkeresi’nin TBMM’den geçmemesi suretiyle Amerikan askerlerinin Türk toprakları üzerinden Irak’a geçişine izin verilmemesinin hem olumlu hem de olumsuz yansımaları oldu. Daha önce Batı’nın “Truva atı” veya “ileri karakolu” gibi görülen Türkiye, bu tutumuyla artık Amerika’dan bağımsız hareket edebilen bölgesel bir aktör olarak değerlendirilmeye başlandı. Buna mukabil Ankara Irak’taki gelişmelere müdahil olamaz hale geldi. Irak’taki Kürt gruplar Türkiye’nin herhangi bir müdahalesine karşı çıktı. Özellikle 2003-2006 döneminde Irak’ın bölünmesi ihtimaline karşı Türkiye’nin müdahil olamaması Ankara açısından büyük bir handikaptı. Tezkere Krizi Türk-Amerikan ilişkilerinde de ciddi sıkıntılara yol açtı. Bütün bu sıkıntılara rağmen Türkiye yeni yapının oluşması noktasında çeşitli girişimlerde bulundu. Irak’taki farklı siyasi aktörleri Türkiye’ye getirerek anayasanın ve seçim kanununun yazılması ve devlet yapısının tesisi noktasında yeniden inşa sürecine etki etmeye çalıştı. Bu çerçevede Türkiye’de yapılan toplantılara Irak’taki bütün etnik veya mezhepsel gruplardan temsilciler katıldı.
“Irak’ın bütünlüğü, hem iç siyasetimiz hem de bölgesel istikrar için önemli”
Bölünmenin çok fazla gündemde olduğu zamanlarda dahi Türkiye’nin sürekli olarak Irak’ın birliğine vurgu yaptığını söyleyen Özcan, Irak’ın birliğinin sadece (Kürt sorunu bağlamında) Türkiye’nin iç siyaseti için değil, bölgedeki istikrarın devamı için de önemli olduğunun altını çizdi. Özcan’a göre ilk baştafederasyona karşı olan Türkiye, süreci çok da etkileyemeyeceğini anlayınca, Irak’ın bölünmemesi ve demokratik bir yapı içerisinde federal bir sistem dahi olsa birliğin sağlanması yönünde bir tavır benimsedi. Bu çerçevede 2005’ten itibaren yavaş yavaş Sünni Arapları daha fazla siyasal sürece angaje etmeye, seçimlere katılma konusunda iknaya çalıştı. Türkiye’nin bu girişimlerinden önce “kaybetmiş olan taraf ” psikolojisiyle hareket eden Sünni Arapların bir kısmı öfkeyle siyasal sürecin dışında kalmayı tercih ederken bir kısmı da direnişe katılmıştı.
“Türkiye eğer politikasını Kürt sorunu ve Türkmen ekseninden çıkartmasaydı, tamamen İran etkisinde bir Irak’la karşılaşacaktı”
Soğuk Savaş döneminde ve Saddam Hüseyin zamanında Irak’a çok fazla müdahil olmasa da Türkmenlerin haklarını korumaya dayalı bir siyaset izleyen Türkiye, 2005-2006’dan itibaren Türkmen partilerinin seçimlerde iddia ettikleri kadar başarılı olamadıklarını görünce eski politikasından vazgeçip bütün aktörlerle mümkün olduğunca temas kurmaya çalıştı. Kürt bölgesiyle iyi ilişkilerin temelleri de işte bu dönemde atıldı. Türkiye bu dönemde Irak politikasını yavaş yavaş Türkmen ekseninden ve Kürt sorunu bağlamından çıkartarak aşamalı bir şekilde Irak’ın tüm etnik ve mezhepsel gruplarıyla temas kuran bir politikaya dönüştürdü. Özcan’a göre Türkiye eğer politikasını bu şekilde dönüştürmeseydi, tamamen İran etkisinde veya İran’ın etkisine açık bir Irak’la karşı karşıya kalacaktı.
“Etnik veya mezhep temelli Irak siyaseti kaotik bir yapıya sahip”
Özcan, çok uzun yıllar devam eden tek parti/tek adam yönetimi dolayısıyla Irak’ta muhalefet kültürünün oluşmadığına, demokratik kurumlar ile araçların oluşumuna da müsaade edilmediğine değindi. Irak’ın mevcutsiyasi durumunu, siyasi program veya ideolojiden ziyade, etnik veya mezhepsel temelde bir araya gelmiş çok çeşitli partiler, koalisyonlar ve liderlerden oluşan kaotik bir yapıya benzetti. Bu kaotik yapıda ilk başlarda Irak’ı birleştiren bir lider figürü çizen ülkenin mevcut başbakanı Nuri el-Maliki’nin Amerika ve diğer devletler nezdinde destek gördüğünü belirtti. Özcan’a göre Amerikalıların, gelinen noktada bir dizi olumsuzluğa rağmen hâlâ Maliki’ye destek vermesinin en önemli nedeni, diğer aktörlerle mukayese edildiğinde Maliki’nin belli bir zeminde bütün Irak halkını birleştiren veya Irak’ın ihtiyacı olan güçlü lider figürünü temsil eden bir karaktere sahip olması. Mesela Maliki, 2008 yılında direnişin tam anlamıyla kırılması ve istikrarın sağlanması noktasında Şii Sadr grubuna karşı çok ciddi askerî operasyonlar gerçekleştirebilmişti. Sünni grupların direnişinin, Amerika’nın da desteğiyle, belirli bir ölçüye çekilmesi ve Sünnilerin siyasal sürece dâhil edilmesi sonrasında Maliki daha fazla ön plana çıktı. Bu kaotik yapıda dışlayıcı değil, Iraklıları bir çatı altında birleştirici bir siyaset izleyen Türkiye’nin, Maliki’nin başlangıçtaki kapsayıcı tavrına desteği de gecikmedi.
“2010-2011 döneminde Irak’a en fazla yatırım yapanlar Türklerdi”
Irak ile Türkiye arasında yapılan üst düzey ziyaretlerde samimi bir portre çizildi. Türkiye bu temaslar esnasında birkaç noktayı sürekli gündeme getirdi. Bunların en önemlisi Kuzey Irak kaynaklı güvenlik endişeleriydi. Özcan’a göre Kuzey Irak’ta her ne kadar bir Kürt bölgesi oluşsa ve ciddi bir peşmerge gücü bulunsa da buradaki gruplar, PKK’nın faaliyetlerine karşı Türkiye’yle istenilen ölçüde bir işbirliğine hiçbir zaman girmediler. Ancak özellikle Başbakan Tayyip Erdoğan’ın Kasım 2007’deki Washington ziyaretinden sonra Amerika ve Türkiye’nin ortak baskısı ile istihbarat paylaşımı ve Kuzey Irak’taki PKK faaliyetlerinin kısıtlanması noktasında ciddi gelişmeler oldu. Türkiye Irak’taki Kürtlerle daha fazla temas kurmaya, Kürt yönetimi de Ankara’nın PKK konusundaki endişelerine daha fazla cevap vermeye başladı. İki taraf arasındaki bu yakınlaşma Türkiye’nin Kuzey Irak’la ilişkilerinde ekonomik araçları daha çok kullanmasının önünü açtı. Özellikle küçük ve orta ölçekli Türk şirketleri Irak’taki etkinliklerini artırırken müteahhitlik firmaları da Kürt bölgesinde ciddi bir inşaat faaliyetine girişti. 2009’da küresel ekonomik kriz sonrasında Türkiye’nin ihracatında bir daralma yaşanmasına rağmen Irak’a olan ihracat o yıl %50 artış gösterdi. 2010-2011 yıllarına geldiğimizde başta Kuzey Irak olmak üzere Irak’ın genelinde en fazla yatırım yapanlar Türklerdi. Irak’ta istikrarın sağlanamadığı dönemde bile THY Bağdat’a uçan birkaç havayolu şirketinden biriydi ki THY’nin Irak’a seferleri sayesinde sadece Türk şirketleri değil birçok Avrupalı şirket de Bağdat’a gidip yatırım yapma imkânı buldu.
“Türkiye’nin seçimlerde el-Irakiyye grubunu desteklemesi, Başbakan Maliki ile arasını açtı”
İkili ilişkilerin sadece güvenlik ekseninde şekillenmesini istemeyen Türkiye, bu çerçevede Irak’ın merkezî yönetimiyle Yüksek Düzeyli Stratejik İşbirliği Konseyi kurarak siyasi, iktisadi ve kültürel işbirliğini daha da derinleştirmek ve diğer alanlara da yayarak kalıcı hale getirmek üzere çeşitli adımlar attı. İki ülke bakanlarının bir araya geldiği ortak bakanlarkurulu toplantılarında kırkı aşkın anlaşmaya imza kondu. Ancak Maliki ile ilişkilerin zedelendiği son dönemde bu toplantılar da akamete uğramış durumda.
Özcan, Irak Başbakanı Nuri el-Maliki ile Türkiye’nin ilişkilerinin bozulmasını, 2010’daki seçimler sırasında Ankara’nın daha kozmopolit ve seküler bir yapıya sahip olan el-Irakiyye grubunu belirli ölçülerde desteklemesine ve ardından seçimlerden birinci çıkan el-Irakiyye öncülüğünde mezhepsel ve etnik çizgilerden uzak, bütün herkesi içine alan birleştirici bir koalisyon hükümeti kurulması yönünde verdiği çabalara bağladı. Nitekim Maliki, bütün bu süreçte Türkiye’nin el-Irakiyye grubunu desteklemesini kendisine karşı alınmış bir tavır olarak değerlendirdi ve seçimlerden yaklaşık bir yıl sonra İran’ın da baskısıyla Irak Ulusal İttifakı ile koalisyon hükümeti kurmasının ardından Türkiye ile ilişkilerine mesafe koymaya çalıştı.
Irak’ın içyapısını “tek parti döneminden kalma devlet kontrollü bir yapı” olarak tasvir eden Özcan, siyasi istikrar sağlanamadığı için devlet kontrolünün iktisadi ve askerî kurumlar üzerinden kalkmadığını ifade etti. Irak’ta devleti kontrol eden iktidarın muhalefeti çok kolay bir şekilde ortadan kaldırabilecek bir güce sahip olması nedeniyle Özcan’a göre Irak’taki tüm gruplar iktidarın bir parçası olma peşinde.
“Haşimi krizinin derinleşme ihtimali çok yüksek”
Cumhurbaşkanı Yardımcısı Tarık el-Haşimi’nin Başbakan Maliki tarafından suçlanması ve tutuklanma girişimlerine karşı kuzeydeki Kürt bölgesine kaçmasından sonra ülkede siyasal ortam daha da gerginleşti ve bu, Bağdat-Ankara ilişkilerini de olumsuz yönde etkiledi. Özcan’a göre Türkiye, tek adamın işin başında olduğu, diğer grupların süreçten dışlandığı bir yapıdan memnun değil ve bu süreçte tüm gruplarla temasını sürdürerek mevcut siyasi sürece etki etmeye çalışıyor. Öte yandan iki dönemdir Irak’ta cumhurbaşkanlığı görevini yürüten Celal Talabani’nin sağlık sorunları nedeniyle siyasal sürece pek fazla müdahale edememesi Irak için büyük bir handikap; zira bu durum Maliki’nin tek adam portresini güçlendiriyor. Özcan’a göre şu an Irak’taki temel mesele yönetimde denge unsurunun bulunmaması. Öte yandan “Arap Baharı” sürecinde Ortadoğu’da yaşanan kaotik ortamda herkesin dikkati diğer ülkelere yoğunlaşmış durumda ve bu nedenle Irak’taki sorunlar pek gündeme gelemiyor. Böyle bir ortamda, Özcan’a göre, hem Haşimi krizinin hem de Irak içi gerilimlerin derinleşme ihtimali çok yüksek.
Bilim ve Sanat Vakfı (Foundation for Sciences and Arts)
Küresel Araştırmalar Merkezi (Centre for Global Studies)
Adres: Vefa Cad., No: 41, 34134, Vefa/İstanbul
Tel: +90 212 528 22 22 / 801-802
Faks: +90 212 513 32 20
E-Posta: [email protected]
2024 Güz Programı
Vakıf faaliyetlerinin en gelenekseli olan seminerler, her yıl güz ve bahar dönemlerinde gerçekleşiyor.
DETAYLI BİLGİ