Türkiye’nin İltica Politikası ve Suriyeli Mülteciler

Abdurrahman Babacan

30 Ekim 2013
Değerlendirme:
Sena Tek

İstanbul’un sokaklarında, park ve bahçelerinde yaşayan Suriyeli sayısının gün geçtikçe arttığı ve durumun insani kriz hâlini aldığı bir dönemde “Türkiye’de Suriyeli Mülteciler: İstanbul Örneği” (MAZLUMDER, Eylül 2013) başlıklı raporun hazırlanmasına katkıda bulunan bir ismi,MAZLUMDER Dış İlişkiler Koordinatörüve Marmara Üniversitesi Ortadoğu Araştırmaları Enstitüsü Araştırma Görevlisi Abdurrahman Babacan’ı misafir ettik. Türkiye’nin genel olarak mültecilere ve sığınmacılara yönelik izlediği politikaları değerlendirerek sunumuna başlayan Babacan, ardından MAZLUMDER raporundan hareketle Türkiye’de bulunan Suriyeli mültecilerin durumlarına ve karşılaştıkları sorunlara dair önemli tespitlerini paylaştı.

Babacan, Türkiye’nin 1951 tarihli Mültecilerin Hukuki Durumuna Dair Cenevre Sözleşmesi’ne “coğrafi çekince” ile taraf olduğunu, ancak 1994’e kadar iç hukuk mevzuatında sığınma ve mültecilik konusunda herhangi bir uygulamaya sahip olmadığını; 1994’te sığınmacılara dair ilk yönetmeliğin hazırlandığını; 2003’ten sonra ise iltica, göçmen ve yabancılar hukuku mevzuatı ve sistemini AB müktesebatı ve sistemleri ile uyumlu hâle getirmek adına bazı çalışmalar yapılmaya başlandığını ifade etti. Ona göre, Avrupa dışından Türkiye’ye sığınanların hukuken mülteci olarak kabul edilmemesi anlamına gelen “coğrafi çekince” şartının hâlâ kaldırılmamış olması en temel problem. Babacan, 1994’ten bu yana yapılan düzenlemeleri değerlendirirken devletin iltica politikalarının güvenlik odaklı yaklaşımdan insan odaklı yaklaşıma doğru evirildiği tespitini paylaştı. 2005’te yayınlanan “İltica ve Göç Ulusal Eylem Planı” ile “geri göndermeme ilkesi”nin kati surette bir devlet politikası olarak ifade edilmesi, sığınmacıların sosyal ve kültürel anlamda entegrasyonuna yönelik çalışmalar yapılmasının öngörülmesi, insani mülahazalara dayalı ikamet izinlerinin öneminin vurgulanması gibi gelişmeler bu tespiti doğrulayan örnekler arasında zikredilebilir. Bu çerçevede Türkiye’de iltica ile ilgili ilk yasa olan 4 Nisan 2013 tarihli “Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu” ile ikamet izni yetkisi polis ve emniyetten alınarak özel uzman ve sivil birimlerin kontrolüne verildi. Yine sığınmacılarla ilgili meselelerin takip ve koordinasyonunun tek bir merkezden yapılması amacıyla “Göç İdaresi Genel Müdürlüğü” oluşturulması öngörüldü.

Konuşmasının ikinci bölümünde Türkiye’deki Suriyeli mültecilerin durumunu ve karşılaştıkları zorlukları anlatan Babacan özetle şunları söyledi: Tam sayısının tespiti zor olsa da resmî rakamlara göre Türkiye’ye gelen 500 bini aşkın Suriyeli mültecinin 200 binden fazlası mülteci kamplarında, 300 binden fazlası da kamp dışında yaşıyor. Gayriresmî rakamlara göre ise 800 bin ile 1 milyon arasında Suriyeli mülteci bulunuyor. “Geçici sığınmacı” hukuki statüsüne sahip olan Suriyeli mültecilerden kamplarda yaşayanlar barınma, yiyecek, sağlık, güvenlik, eğitim, ibadet, sosyal aktivite ve tercümanlık gibi temel hizmetlere sahipler; buna mukabil kamp dışında yaşayan mülteciler başta sağlık, ikamet izni temini, eğitim olmak üzere çeşitli sıkıntılarla yüzleşiyorlar. Türkçe bilmemeleri, paralarının kısıtlı olması nedeniyle ikamet izni alamamaları sorun alanlarının başında geliyor. Bir diğer problem de kamplara yerleşmek istemeyen mülteciler. Bu da büyük ölçüde Suriye’den gelenlerin yaşam biçimleri ve alışkanlıklarıyla, yani hareket özgürlüğüne sahip olma istekleriyle ve ayrıca kampların içinde farklı etnik, mezhebî ve dinî kimliklerin birarada yaşama zorunluluğunun zaman zaman mülteciler için bir güvenlik tehdidi oluşturmasıyla alakalı.

Babacan, İstanbul’da bulunan Suriyeli mülteci sayısının 200 bin civarında olduğunu ifade etti. Ona göre, İstanbul’un hemen her semtinde Suriyeli mülteciler var ve bunların ekonomik durumu ve hayat şartları farklılıklar arz ediyor. Mesela Küçükpazar’daki mülteciler çok zor şartlar altında yaşıyorlar. Mültecilerin yaşadıkları mekânlar oldukça sağlıksız olup sağlık hizmetlerine erişimleri de kısıtlı; maddi olarak sıkıntı yaşayanların ileride dilencilik, uyuşturucu kaçakçılığı, gasp gibi çeşitli suçlara karışma riskleri var. Meselenin iktisadi boyutları da yavaş yavaş gündeme gelmeye başladı; ucuza çalışan Suriyeli mültecilerin aynı işi daha yüksek ücrete yapan Türkiyelilere tercih edilme ihtimali nedeniyle ilerleyen dönemde farklı toplumsal çatışmaların ortaya çıkmasından endişe ediliyor. Kısaca başlangıçta siyasi bir meseleden ibaret olan Suriyeli mülteciler konusu, yavaş yavaş ekonomik, toplumsal ve güvenlik alanlarında da birer mesele hâline dönüşüyor.

Konuşmasının sonunda genel bir değerlendirme yapan Babacan, hükümetin “açık kapı” politikasını devam ettirmesinin hayati önemde olduğunu dile getirdi. Türkiye’de mültecilerin hayat şartlarında bazı problemler olsa dahi, buradaki şartların Suriye’deki ile kıyas kabul etmeyeceğini belirtti. Bu zamana kadar hükümetin söyleminde hâkim olan kamplarda bulunan mülteciler konusunun yerini kamplar dışında yaşayan mültecilere bıraktığını, ancak kamplar dışında yaşayan mültecilerle ilgilenecek kurumlar arasında koordinasyon eksikliği olduğunu ifade etti. Bu sorunların aşılması için altyapının yetersiz olduğunu, makro düzeyde yeni iktisadi politikaların üretilmesi gerektiğini vurguladı. Babacan’ın konuşmasında özellikle altını çizdiği Türk halkının ve sivil toplum kuruluşlarının konuya ilgisizliği ve duyarsızlığı ise bireysel olarak üzerinde düşünmemiz gereken önemli bir husustu.

EDİTÖRDEN

SEMİNERLER

Vakıf faaliyetlerinin en gelenekseli olan seminerler, her yıl güz ve bahar dönemlerinde gerçekleşiyor.

DETAYLI BİLGİ


BİZİ TAKİP EDİN

Vakfımızın düzenlediği programlardan (seminer, sempozyum, panel, vs.) haberdar olmak için e-posta adresinizi bırakabilirsiniz.