Öfke Kardeşliği: Gezi’nin Psikolojik Analizi

Erol Göka

9 Kasım 2013
Değerlendirme:
Ahmet Aslantaş

“Özel Etkinlik” toplantılarının elli dokuzuncusunda Necmettin Erbakan Üniversitesi Tıp Fakültesi öğretim üyesi Prof. Dr. Erol Göka, 2013 yazına damgasını vuran Gezi olaylarını toplumsal psikoloji üzerinden yorumlayarak oldukça önemli değerlendirmelerde bulundu.

Göka, Gezi Parkı olaylarının tarihimizde nerede durduğuna, patlak vermesine neden olan etmenlere değinerek konuşmasına başladı. Göka’ya göre olayların başlamasında iki etmen ön plana çıktı: (i)Yol genişletme çalışmaları nedeniyle ağaçların kesilmesi teşebbüsü, (ii) buna tepki gösteren çevrecilere karşı polisin orantısız güç kullanması. Her ne kadar buna tepki haklı gibi görünse de Türkiye’de ne ilk defa ağaç kesildi ne de ilk defa polis orantısız güç kullandı. Dolayısıyla bu iki etmenden hareketle yapılan analizler hadiseyi açıklamaya yetmiyor. Gezi Parkı olayları benzeri bir hadisenin daha önce hiç yaşanmadığına dikkat çeken Göka, mevcut analizlere eleştiriler getirdikten sonra kendi analizini ortaya koydu. Buna göre, Gezi Parkı olaylarını doğru konumlandırmak için konuyu üç boyutta ele almak gerekir: siyasi, ideolojik ve uluslararası boyut.

Göka, çözüm süreci kapsamında kurulan ve kendisinin de içinde yer aldığı Âkil İnsanlar Heyeti’nin çalışmalarının sona ermesinden hemen sonra olayların patlak vermesini bir tesadüf olarak görmüyor. Zira ona göre, Türkiye’nin önünü açacak böyle bir sürece uluslararası güçlerin sessiz kalması beklenemezdi. Bu süreçte yabancı medyanın olaylara gösterdiği yoğun ilgi uluslararası boyutun bir işaretiydi. Öte yandan Gezi Parkı’ndaki kitlenin hedefi Adalet ve Kalkınma Partisi veya hükümet değil, Recep Tayyip Erdoğan’dı. Başbakan Erdoğan’ın zatında somutlaşan güç simgesi, olayların başlangıç anındaki çevreci refleksin somutlaştığı ağaç simgesiyle birlikte, CHP ve diğer sol gruplardan anarşistlere ve anti-kapitalist Müslümanlara kadar farklı kesimlerin biraraya gelmesini sağladı. Böylesine çeşitli bir topluluğun tek bir kişiye yönelen hedef darlığı, alttan alta dolaşan bir akıl, bir uluslararası boyutu olduğunun da ispatıydı.

Göka’ya göre 12 Eylül (2010) Referandumu ve 30 Ekim (2013) Demokrasi Paketi’nin açıklanması aslında Türkiye için sanıldığından çok daha önemliydi. Zira 12 Eylül Referandumu post-Kemalist söylemin yıkıldığının ve yeni bir sürecin başladığının ilanıydı. Post-Kemalist paradigmanın yıkılmasından sonra devletin kendini hangi kavramlar üzerinden yeniden inşa edeceği bir tartışma konusuydu. Bu tartışmalar, devletin kendini demokrasi ve onun kavramları üzerine yeniden inşa edeceğini ortaya koyduğu 30 Ekim Demokrasi Paketi’nin açıklanmasıyla beraber son buldu. Gezi Parkı olayları Demokrasi Paketi’nin açıklanmasına kadar geçen üç yıllık ara dönemde gerçekleşti ki bu zamanlama olayların ideolojik ve siyasi boyutunu oluşturuyor. Protestoların şiddetlenmesinde bir etken olan Başbakan’ın söylemi de bu süreçle doğrudan alakalıydı. Zira ara dönemin getirdiği boşluğu Başbakan sezaryen, kürtaj, içki tartışmaları gibi muhafazakâr söylemiyle doldurmaya çalıştı. Aslında bu söylem, sadece protestoların şiddetlenmesinde değil, laiklerin yaşadığı “kimlik incinmesi”nde de başat amildi.

Laiklerin Başbakan’ın söylemiyle birlikte yaşadıkları kimlik incinmesinden bahisle Göka, olaylara katılan gruplara dair dikkat çekici psikolojik tahliller yaptı. Buna göre Türkiye’nin modernleşme süreci bir hayli sıkıntılı. Modernleşmeye yüklediğimiz anlam ve onu Batılılaşma olarak algılamamız oldukça sorunlu. Zira aynı kimlik içerisinde hem Müslüman hem de Batılı olma sorunu ortaya “Müslümanların laik kimlik içinde olanları” gibi bir yeni kimlik çıkardı. Bu kimlik, İslâm tarihinde ilk defa görülen bir Müslümanlık tipiydi. AK Parti iktidarı öncesi Müslümanların sahip olduğu “ben-idraki”nin hayat alanına yansımasını devletin engellemesi, Müslümanlarda bir kimlik incinmesine yol açmıştı. Şimdi benzer bir kimlik incinmesini laikler yaşıyor. Başbakan’ın söylemleriyle birlikte ben-idraklerinin yansıdığı hayat alanında bir daralma hissediyorlar. Bu anlamda Gezi olayları laik kimliğin feryadı olarak okunabilir. Laik kesimi ciddi anlamda umutsuzluğa düşüren şey aslında muhalefet eksikliği, tepkisini gösterebileceği bir siyasi adresin olmamasıydı. Öte yandan Cumhuriyet Mitingleri de laik kimliğin verdiği bir tepki olmakla birlikte ulusalcı kesimin renklerini taşıyordu. Ancak Gezi Parkı olaylarına –laik kimliğin geneli kendini tehlikede hissettiği için– sadece ulusalcılar değil liberaller ve kent elitleri de katıldılar. Haklardan ve özgürlüklerden yana tercihlerini koyan liberallerin olaylara destek vermesi anlaşılabilir. Ancak Türkiye’nin ekonomisini, medyasını, siyasetini ve entelektüel camiasını ellerinde bulunduran kent elitlerinin protestolara neden destek verdiği izaha muhtaç. Kent elitleri, iktidar ve muktedir sorunsalı bağlamında başlangıçta Erdoğan iktidarına pek tepki vermediler. Ancak iktidarın yavaş yavaş muktedir olmaya başlaması, ekonomik iktidarın el değiştirmesi, entelektüel camianın yeni fikirlerle tanışması kent elitlerinde ellerindeki iktidarı koruyamayıp çocuklarına miras bırakamayacaklarına dair bir gelecek kaygısı oluşturdu. Bu kaygı büyük ve egemen burjuvazinin ilginç bir şekilde protestolara sosyalistlerle beraber destek vermesine yol açtı.

Göka, konuşmasının sonunda çokça tartışılan Y kuşağı, gençlik ve Müslüman iktidarın gençlerle imtihanı meselesi ile ilgili dikkat çekici değerlendirmelerde bulundu. Buna göre, modernliğin icatlarından biri olarak gençlik, insanın çocukluk ile yetişkinlik evresinin arasına sıkıştığı ve bu iki evreden de izler taşıyan bir dönemdir. Bir yandan hâlâ anne ve özellikle babanın gencin hayatı üzerindeki etkisi devam eder, diğer yandan genç kendisine yeni bir hayat kurmaya çalışır ve bu sırada başına gelenlerden otoriteyi sorumlu tutar. Bu otorite ailede baba, devlette de Başbakan Erdoğan’dır. Otoritenin kendisi üzerindeki etkilerini azaltarak kimlik oluşturan genç, bu açıdan otoriteyle mücadeleyi sever. Gezi Parkı’nda da bu otoriteyle mücadele hevesinin bir sonucu olarak protestoların belkemiğini oluşturan genç bir kitle görüyoruz. Türkiye’nin tabanı dinamik siyasi partilerinin, yani BDP ile MHP’nin destek vermediği böyle bir eylemin devam etmesi için gereken dinamik güç işte bu gençlerden devşirildi. Aslında gençliği en iyi anlayabilecek kesim olan Müslümanların gençlerle bu kadar zıt düşmesi ve anlamaktan uzak olması çok ilginç bir durum. Zira İslâm, gençleri akil baliğ olduğu zaman bir yetişkinle aynı statüye koyar; dolayısıyla onları bir statü ve kimlik sorunuyla baş başa bırakmaz. Ancak İslâm’ın gençlere olan bu yakınlığı bugün Müslümanlar tarafından gençleri anlamak ve onlara yaklaşmak için kullanılmıyor. Sadece Gezi’deki gençlere değil, Müslümanların kendi evlatlarına olan yaklaşımlarında da büyük sorunlar var. Gezi’deki gençlerle olan sorunların sonucunun ne olacağını söylemek güç ancak Müslümanların kendi gençleriyle olan sorunlarının yeni bir Müslüman muhalefete gebe olduğunu söyleyebiliriz.


 

EDİTÖRDEN

2024 Güz Programı

Vakıf faaliyetlerinin en gelenekseli olan seminerler, her yıl güz ve bahar dönemlerinde gerçekleşiyor.

DETAYLI BİLGİ


BİZİ TAKİP EDİN

Vakfımızın düzenlediği programlardan (seminer, sempozyum, panel, vs.) haberdar olmak için e-posta adresinizi bırakabilirsiniz.