Eleştirel Teori ve Sosyoloji

Besim F. Dellaloğlu

26 Ekim 2013
Değerlendirme:
Sabri Akgönül

Medeniyet Araştırmaları Merkezi’nin düzenlediği Türkiye’de Çağdaş Sosyolojik Yönelimler toplantı dizisinin dördüncü konuğu Sakarya Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi’nden sosyolog Besim Fatih Dellaloğlu idi.

Sosyolojinin kurucularından Auguste Comteve Émile Durkheim’ın katkılarıyla ortaya çıkan sosyoloji disiplini on dokuzuncu yüzyılın bir ürünüdür. Modern dönemin getirdiği değişiklik sonucu ortaya çıkan buhranı anlamak ve çözüm sunabilmek düzen ve ilerleme terimleri etrafında şekillendi. Bütün epistemolojik ve metodolojik araçlarla yaşanan çalkantıları gidermek için ortaya çıkan bu kurgu, doğa bilimlerinin formül ve mantıki dokusunu kendisi için meşruiyet kaynağı yapmıştır. Doğa karşısında muazzam bir güce ve kontrole sahip olan insan, insanlarla ilişkilerin kaos içerisinde bulunduğu çağda yaşamak, kaçınılmaz olarak doğa bilimlerinin dayanaklarını ve yasalarını, toplumu ve insanı anlamak için bir meşruiyet zemini olmuştur. Başka bir ifadeyle, sosyolojinin kuruluşunda pozitivizm belirgin bir şekilde etki etmiş ve bir disiplin olarak sosyoloji kendi araştırma düzlemini doğa ile toplumun aynı hamurdan olduğu fikrine dayanan bir yaklaşıma dayandırmıştır. Dellaloğlu’na göre, sosyoloji fikri bizzat pozitivistçe kurulmuştur. Pozitivizm, sosyoloji içindeki bir epistemolojik tavır olmaktan çok sosyolojinin özünde var olan bir şeydir. Sosyal bilim yaşanan toplumsal değişimi belli bir düzen içerisinde ancak mevcut standardın altında götüren bir fonksiyon da görmektedir.

Dellaloğlu, sunumuna birtakım sorular sorarak devam etti: Genetiğinde pozitivist bir niteliğe sahip olan sosyoloji bir tür muhafazakârlık üreten bir bilim midir? Tarihin belli bir anında ortaya çıkan toplumsal bir formu idealize ederek korumak mı istemektedir? Eğer öyleyse bu toplumsal formasyon hangisidir? Bu sorulara polisiye bir cevap vermenin çok anlamlı olmadığını söyleyen Dellaloğlu, sosyolojinin ya da geniş anlamıyla sosyal bilimin bu konuda hâlâ rüştünü ispat edemediğini ifade etti. Bu durumun sosyal bilimlerin doğasını ve iktidar yapılarıyla olan ilişkilerini hapsettiğini ve bir şeyleri muhafaza etme “telos”unun sosyal bilimleri objektivite/tarafsızlık sorunu ile karşı karşıya bıraktığını vurguladı.

1960’lardan itibaren sosyal bilimlerin meşruiyet kaynağı olan fizik biliminin kesinliği ve tarafsızlığı sorgulanınca, sosyolojinin de bu sorgulamadan muaf tutulması kaçınılmaz oldu. Fizikteki en vazgeçilmez yasaların bile birtakım koşullara bağlı olduğu yüksek sesle dile getirilince sosyal bilimlerin kültürel boyutu göz önüne alındı ve tarafsızlık sorunu daha da karmaşık bir hâl aldı. Sosyolojinin verili bir şey değil bir imkân olduğunu ifade eden Dellaloğlu tarafsız, değerlerden tamamen arınmış ve evrensel bir sosyolojinin işlevsel olmadığını dile getirdi. Sürekli üretim merkezli bir akademik sistemin “anlamlılık” kriterine tabi tutulmasına ihtiyaç duyduğunu söyleyen Dellaloğlu, kamu bütçesinden araştırma fonu alınarak yapılan saha araştırmalarının anlamlılık kriterine göre analiz edilmesi hâlinde çok komik bir duruma düşeceklerini iddia etti. Dellaloğlu’na göre saha araştırmalarının büyük bir bölümü sadece cv/özgeçmiş doldurmak için yapılmaktadır.

Dellaloğlu konuşmasının devamında Weber’e atıfla sosyal bilimlerin doğa bilimlerinden devraldığı nedensellik ilkesi yerine Geothe’nin simyadan mecaz olarak aldığı, birbirine dönüşmeye meyilli metalleri tanımlamak için kullanılan ve aynı zamanda bir romanının da ismi olan gönül yakınlıkları kavramının kullanılabileceğini belirtti. Bu kavramla sosyal bilimlerde güçlü ve doğrudan bir nedensellikler manzumesi yerine gönül yakınlıklarından, eğilimlerden ve trendlerden bahsedilebilir. Dellaloğlu, Batı’da toplumsal aktörlerin eylemleriyle ve çevreden merkeze doğru yaşadıklarını, Batı-dışı dünyada ise siyasal aktörlerin eylemleriyle ve merkezden çevreye doğru yaşadıklarını ifade etti. Hâl böyle olunca Batı’daki doğal durum (modernite) Doğu’da daha vahim sonuçlara (modernleşme) sebep olabilir.

Türkiye’de politik sorunların sosyolojik araştırmaların önünde en büyük engel olduğunu belirten Dellaloğlu, pozitivist bir bilimle bile amel etmek için bir düzeye kadar demokrasinin gerekli olduğunu vurguladı. Bireyin eyleyici olduğunu hesaba katarsak Türkiye’de eyleyicinin araştırmacıya güveneceği bir ortam yoktur diyen Dellaloğlu, Türkiye’de sosyoloji kürsüsünün uzun geçmişine rağmen etkili olamamasını Batı’da yaşandığı gibi doğal gelişime ve çeperden merkeze doğru açımlanmadığına bağlayarak sunumunu sonlandırdı.

EDİTÖRDEN

SEMİNERLER

Vakıf faaliyetlerinin en gelenekseli olan seminerler, her yıl güz ve bahar dönemlerinde gerçekleşiyor.

DETAYLI BİLGİ


BİZİ TAKİP EDİN

Vakfımızın düzenlediği programlardan (seminer, sempozyum, panel, vs.) haberdar olmak için e-posta adresinizi bırakabilirsiniz.