İslâmcılık ve Muhafazakârlık Bağlamında XXI. Yüzyıl Başlarında Türkiye’de Entelektüeller

Nurullah Ardıç

21 Aralık 2013
Değerlendirme:
Mesut Bostan

Medeniyet Araştırmaları Merkezi tarafından düzenlenen Entelektüeller toplantı dizisinde Şehir Üniversitesi Sosyoloji Bölümü’nden Nurullah Ardıç’la son yirmi yıllık süreçte Türkiye’de İslâmcı ve muhafazakâr düşünce çevrelerinde yaşanan dönüşüm, bu dönüşüme ortam hazırlayan tarihsel ve toplumsal kökenler tartışıldı. Ardıç, tarihsel olarak İslâmcılık düşüncesinin on dokuzuncu yüzyıldaki çıkış noktaları ile günümüzde almış olduğu hâl arasında bir mukayeseye giderek sunumuna başladı.

İslâmcılık düşüncesini Tanzimat’tan Cumhuriyet’e kadar kısaca özetleyen Ardıç, İslâmcılığın bu dönemdeki temel özelliklerinden birisinin “siyaset merkezlilik” olduğu yorumunu yaptı. İlk dönem İslâmcılığının bir diğer sorunsalının düşünce ve siyaset geliştirme noktasında tepkisel bir tavır ve savunmacı bir refleks sahibi olmasına değinen Ardıç, bu tavrın daha çok Batılı değer yargılarıyla İslâm’a yöneltilen suçlamaların bu değer yargılarının İslâm’ın özünde bulunduğu argümanında tezahür ettiğini söyledi. Örneğin, Batılıların İslâm’ın kadını ezdiği, toplumsal olarak dezavantajlı bir konuma hapsettiğine yönelik iddiasına karşı, kadın haklarının İslâm’ın özünde yer aldığı ve İslâm’ın gelişiyle kadının toplumsal statüsünün yükseldiği savunulmuştu. Bu “tepkisellik” kapitalizmin Türkiye’de yerleştirilmesi söz konusu olduğu kapitalist bir çalışma etiği vücuda getirmek için İslâmî bir retoriğin kullanılmasında da görünürlük kazanmıştı. Ardıç’a göre İslâmcılığın bu özelliği etkisini günümüzde de korumaktadır.

Ardıç, tek parti dönemiyle birlikte İslâmcılığın yeni bir evreye girdiğini ve o zamana dek İslâm’ı kamusal alanın merkezinde gören hâkim anlayışın yerini İslâm’ın kamusal alandan dışlandığı bir resmî siyasete bıraktığını söyledi. Ardıç’ın İslâmcılığın pasifleşmesi olarak adlandırdığı bu süreç dinin devletin kontrolü altına alınmaya çalışıldığı bir dönemdir. Sadece din hizmetlerinin yerine getirilmesi görevinin verildiği Diyanet kanalıyla uygulanmaya çalışılanın yaygın kanının aksine Fransız laisizminden çok Rusya’daki Ortodoks Kilisesi’nin bir devlet kurumu hâline getirilmesine benzediğini dile getirdi. Ancak Ardıç’a göre bu uygulama İslâm’ın toplumsal ve siyasal alandaki etkisini sınırlamakta başarısızlığa uğramıştır. Ardıç, 1950’den itibaren dinî yaşantı üzerindeki baskının azalmasıyla İslâmcı düşünce ve akımlarda bir canlanma yaşandığını söyledi ve bu canlanmanın daha çok sivil planda kaldığını ifade etti.

İslâmcılık 1970 sonrasında toplum ve düşünce hayatında daha güçlü bir şekilde görünürlük kazanmıştır. Bu dönemden günümüze İslâmcılık içerisinde düşünülebilecek iki hareketin öne çıktığını söyleyen Ardıç, toplumsal ve siyasal dönüşümü siyaset yoluyla gerçekleştirmeyi öngören Milli Görüş ve bu dönüşümü eğitim ve kültür alanındaki faaliyetlerle gerçekleştirmek isteyen Gülen Hareketi’nin toplumsal planda güç kazandığının ve bu iki hareketin içinden de yetkin entelektüeller çıkmadığını dile getirdi. Necip Fazıl Kısakürek, Nurettin Topçu, Sezai Karakoç ve İsmet Özel gibi isimler ise bağımsız bir pozisyon benimseyerek organik olarak bu grupların içerisinde yer almadılar. Ardıç, Yasin Aktay’a atıfla bu entelektüellerin siyasi düşüncelerini siyasi bir merkezin yokluğunun sancısıyla “post-hilafet sendromu” şeklinde adlandırılabilecek bir psikoloji içerisinde geliştirdiklerini söyledi. Yani İslâmcılığın siyaseten yasaklı olduğu bir toplumda İslâmcı bir siyaseti öneren düşünce adamları olarak bu entelektüeller kendilerini “öz yurtlarında garip” hissetmekteydiler. Bunun yanı sıra bu entelektüeller siyaset ile düşünce arasında bağ kurulması gerektiğine dair bir düşünceye sahiptiler.

Ardıç, bu dönemde Milli Görüş ve Gülen Hareketi dışında kalan ve daha çok tercümeler yoluyla İslâmcılık düşüncesinden beslenen bir grubun da oluştuğunu söyledi. Daha uygun bir tanım bulunamadığı için “Radikal İslâmcılar” şeklinde bir şemsiye altında düşünülen bu grubun günümüzde aktif olan İslâmcı entelektüellerin birçoğunu içerdiğini ve temel özelliklerinin köklü bir eleştirel tutuma sahip olmaları şeklinde belirtti.

Ardıç, 1990 sonrasında ise İslâmcı düşüncenin küçük entelektüel gruplar çevresinde değerlendirilebileceğini dile getirdi. Bilim ve Sanat Vakfı, Vadi Yayınları, Yöneliş ve İzlenim, Haksöz dergileri gibi entelektüel odakları zikreden Ardıç, bu grupların tek tek entelektüeller ortaya çıkarmalarına karşın henüz bir akım ya da gelenek oluşturamadıklarını ifade etti.

Ardıç’a göre 2000’ler ise İslâmcı düşünce için bir bocalama ve radikal dönüşüm dönemiydi. Kemalizm’in ve ordunun baskısının ortadan kalkmasıyla yaşanan siyasi rahatlık ve İslâmî kesimde yaşanan refah artışı kültürel planda bir sonuç üretemedi. Yani İslâmcı siyasetçilerin ve iş adamlarının ortaya koydukları başarı, İslâmcı entelektüeller tarafından gerçekleştirilemedi. Ardıç’ın 2000 sonrası İslâmcı düşünce açısından ortaya koyduğu sorunsal, kültürel hegemonyanın solda kalışıydı. Ardıç, 28 Şubat döneminde başörtüsü sorununa karşılık İslâmcıların insan hakları ve eğitim özgürlüğü gibi liberal argümanlarla cevap ürettiklerini hatırlattı. Günümüzde İslâmcı entelektüellerin önündeki en temel mesele de sol liberal entelektüel hegemonyayı aşma ihtiyacıydı. Ardıç, bunun da önceki dönemde kemikleşmiş hâle gelen eleştirelliğin yerine kurucu bir fikrî çabanın ortaya konmasıyla mümkün olacağını söyledi. Yine önceki dönemlerde siyaset merkezli bir biçimde gelişmiş olan İslâmcı düşüncenin artık sosyal bilim merkezinde örgütlenmesi gerekiyordu. İdeolojik mücadelenin yerine artık bilimsel bir ceht ortaya konmalıydı. Bu yolda yapılacak çalışmalar için en uygun kurumsal zemin ise bütün mevcut handikaplarına rağmen akademiydi.

Ak Parti iktidarıyla birlikte İslâmcı entelektüeller için ortaya çıkan sorunlardan biri de diğer alanlarda oluşan vakumun onları entelektüel alandan çıkarması şeklindeydi. Ardıç, bürokraside ortaya çıkan kalifiye insan ihtiyacının bu yönde bir cazibe yarattığını dile getirdi. Bunun yanı sıra medya Türkiye’de düşünce adamlarının halkla irtibat kurdukları temel mecra olarak bir cazibe odağı olmayı sürdürüyordu. Yine bu dönemde faaliyetleri artan STK’lar ve düşüne kuruluşları da entelektüeller için istihdam alanı yaratıyor ancak bir yandan da onları raportörleştiriyordu. Ardıç, bu ayartıcı ortamda akademik zemini muhafaza etmenin entelektüel açıdan gelişkin bir düşünce ortaya koymak için önemli olduğunu vurguladı. Ak Parti iktidarı temelde İslâmcı entelektüelleri daha önce karşılaşmadıkları bir problemle karşı karşıya getirdi. Cumhuriyet dönemi boyunca muhalif yönü baskın bir düşünce hareketi olarak gelişen İslâmcılık bu dönemde değişime uğradı. Bu dönemde İslâmcılığın öldüğü yönünde yapılan yorumlara katılmadığını ifade eden Ardıç, İslâmcılığın sadece muhalif özelliğini kaybettiğini iddia etti. İslâmcılar bu dönemde ya iktidara eklemlenerek bürokrat, gazeteci ya da raportör rollerine büründüler ya da antikapitalist Müslümanlar örneğinde olduğu gibi sistem eleştirisini Ak Parti eleştirisi şeklinde devam ettirdiler.

Nurullah Ardıç, entelektüeller açısından bu noktada yapılması gerekenin şimdiye kadar toplumu siyasi açıdan mobilize etmek şeklinde ortaya konan entelektüel rolün yerine bilimsel bir uğraş ortaya koyacak şekilde bir âlim prototipi oluşturmak olduğunu söyledi. Ardıç’a göre sosyal bilimlere dayanarak İslâm toplumlarının sorunları hakkında yeni şeyler söylemek ancak İslâmî ilimlerle Batılı sosyal bilimler ve felsefe arasında bir tür senteze gitmekle mümkün. Özellikle Batı’da gelenekselci ekolün tecrübeleri bu açıdan örnek teşkil ediyor. Türkiye’deki İslâmcı entelektüellerin öncelikle yapması gereken İslâm geleneğini yeniden keşfetmek. Tasavvufla ünsiyet oluşturma ya da hesaplaşma yoluyla tekrar ilişki kurmak. Ayrıca Türkiye’de İslâmcı düşüncenin tarihî de eleştirel bir perspektiften yazılmalı. Ardıç’ın vurguladığı bir nokta da ortaya konacak entelektüel çabanın izole olmadan sol liberal entelektüellerle ve dünyadaki akademik mahfillerle iletişim hâlinde gerçekleştirilmesi. Çünkü Türkiye’de ve dünyada siyasi karar alma mekanizmalarına bilgi tedarik eden temel kaynak liberal düşüncedir ve bu düşünceyi dönüştürmenin yolu da bilimden geçer.

EDİTÖRDEN

SEMİNERLER

Vakıf faaliyetlerinin en gelenekseli olan seminerler, her yıl güz ve bahar dönemlerinde gerçekleşiyor.

DETAYLI BİLGİ


BİZİ TAKİP EDİN

Vakfımızın düzenlediği programlardan (seminer, sempozyum, panel, vs.) haberdar olmak için e-posta adresinizi bırakabilirsiniz.