İbn Âbidîn, Ukûdü Resmi’l-Müftî

Murteza Bedir

28 Kasım 2013
Değerlendirme:
Tuba Nur Saraçoğlu

Osmanlı dönemi risalelerinin ele alındığı Tarih Okumaları programının ikinci oturumunda İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nden Murtaza Bedir ile İbn Âbidîn’in Ukûdü resmi’l-müftî isimli risalesi üzerine tartışıldı.

Osmanlı döneminde risale telifi konusuna değinerek konuşmasına başlayan Bedir, Osmanlı âlimlerinin en azından merkez teşkilatındakilerin teliflerinde bir an önce kadı olma çabasının önemli bir etken olduğunu vurguladı. Bedir’e göre, ulemadan bir zat, hassaten bir eseri ele almaktan ziyade kendi hayat serüveniyle irtibatlı bir şekilde, gittiği yerlerde okuttuğu kitaplara haşiye veya şerhler yazmakta ve daha sonra bu eserleri yükselme kriteri olarak değerlendirmektedir. Ulemanın asıl özgün katkısı fetvalarında ortaya çıkar. Bu bağlamda, İbn Âbidîn’in risalesine bakıldığında, eser taklit ve taassup eseri olarak görüldüğünden modern İslâm düşüncesinde etkili değildir, ancak modern dönemde bazı tartışmalara konu edilmiştir.

Bedir’in ifadesiyle Ukûdü resmi’l-müftî, İbn Âbidîn’in iki ciltlik Arapça risalelerinin hepsinden daha etkilidir. Ukûd manzum bir eserdir. İbn Âbidîn bu risalenin son beytini şerh eden ikinci bir risale yazmıştır. Bu iki risale modern literatürde Tanzimat öncesinde içten gelen bir modernleşme arayışı olarak okunur. Özellikle Wael B. Hallaq’ın görüşü bu şekildedir. Bu metinlerle modernleşme öncesinde İslâm dünyasında reform hareketlerinin başladığına inanan Almanlar da oryantalist düşüncenin iddiasını sorgulamaya başlarlar. Böylece “İslâm dünyası batıdan etkilenerek değil, Batı ile birlikte modernleşmiştir” anlayışı ortaya çıkar. Modern İslâm hukukçuları açısından ise mezhebî taassupla yazıldığı varsayılan bu eser taklidin ve taassubun resmini çizmektedir. Aslında eserde bir mezhep temelinde hukukun nasıl işlediği ele alınmaktadır. Aynı tarihlerde, on dokuzuncu yüzyıl ilk çeyreğinde, Moritanya’da Mâlikî bir âlim de mezhebin nasıl işlediğine dair, bugün hâlâ okutulan, manzum bir eser yazmıştır. Hukuk tarihi açısından bu iki metin on dokuzuncu yüzyılda cari olan modern öncesi hukuk düzeninin kayda geçirilmesi bakımından önemlidir. Tanzimat’la beraber bir değişim yaşanır ve mezhepler üstü bir fıkhın İslâm hukukçuları tarafından da belirlenen farklı bir şekliyle karşılaşılır. Tanzimat sonrasındaki hukukçular klasik dönem hukukçularıyla aynı dili kullanmaz, bu dönemde daha soyut ve teorik bir dile geçirilir. İbn Âbidîn’in kayda geçirdiği sistemde modern dönemdeki fıkhi düşünme biçiminin özellikleri görülemeyeceğinden metin taassup olarak yorumlanmaktadır.

İbn Âbidîn’e göre hukuki kuralın geçerlilik kazanabilmesi için İslâm hukuk teorisi içerisinde bir tercih olarak ortaya çıkması gerekir. Diğer bir ifadeyle, hukuki konuda geçerli bir hüküm formüle edilecekse tercihler sistemine dayandırılmalıdır. Bu nedenle bir konuda hüküm verilirken tercih ehliyetine sahip uzmanların; mezhep imamlarının bulunması gerekir. Onlar sistematik olarak ilk teorik çerçeveyi çizer. Her bir hukuki formül Hanefî mezhebi özelinde şöyle başlar: Bir görüş ya zâhiru’r-rivâyedir ya nâdiru’r-rivâyedir ya da nevâzil veya vâkı‘âttır. Birincisi (zâhiru’r-rivâye), Ebu Hanife ve öğrencilerinin fetvalarıdır. İbn Âbidîn bunların 6 kitapta toplandığını söyler. Bunlar hukukun başlangıç cümleleridir. İkincisi (nâdiru’r-rivâye), Ebu Hanife ve öğrencilerinin görüşlerinin temel 6 kitap dışında gelen hükümleridir. Sonraki tabakadan gelen içtihat neslinden olan fetvalar da vâkı‘ât ve nevâzildir. Sitemi kuran birincilerdir, ikinciler onları tamamlar, üçüncüler devam ettirir. Bütün hukuki sorunlar bu sistem dâhilinde çözülür.

Risalede bu tasniften sonra sistemin nasıl çalıştığı değerlendirilir. İbn Kemâl’in ilk formüle ettiği metne referansla Hanefî fakihlerini 7 tabakada ele alan İbn Âbidîn’e göre öncekiler otorite sahibidir. Bu sıralama otoriteyi belirlediğinden, bir görüş sahibine göre değer kazanır. Tercih edilecek görüşü bu hiyerarşi belirler, yani bir konuda günün müftüsünün nasıl hareket edeceği itibar edilen kaynağın yukarıdaki hiyerarşideki yerine göre değer kazanır. Müracaat edilen kitapların hangi tabakadan müçtehide ait bilgileri ihtiva ettiği de bu bakımdan önemlidir. Bu nedenle muteber ve gayrimuteber kitaplar vardır. Görüşler arasında zamansal bir hiyerarşi mevcuttur ve kadim görüş daha kıymetlidir. Esasında bunlar bilinen şeyler olsa da risalede yeniden dile getirilir Bedir’in ifadesiyle. İbn Âbidîn’in yaşadığı dönemde hukukun yeni mevzularda zorlandığı noktalar vardır. İbn Âbidîn’in hukukun örfe göre değişeceği meselesine yaptığı güçlü vurgu bununla alakalıdır. Moritanya’da telif edilen eserde de örfe vurgu, klasik sistemden farklıdır. Her iki metinde ön plana çıkan husus örf gerektirdiği takdirde ana kaidelerin (zâhiru’r-rivâye) dahi değişebileceğidir.

Bu eserin yazılışı ile dönemi arasındaki irtibata bakıldığında İbn Âbidîn’in bu meseleyi neden ele aldığı tam olarak bilinmemekle birlikte, zamanın kadılarının sistemin nasıl işlediğine dair bilgisizliklerine yaptığı vurgu ipucu kabul edilebilir. Zira sistemin mantığı konusunda kadılarda bir zayıflık görülmektedir. Kadılar sistemin mantığına dikkat etmeden çözümü nasıl buluyorlarsa o şekilde hüküm vermektedirler. İbn Âbidîn hukukun işleyişine dair klasik sistemi ortaya koyarak döneminde nelerin değiştirilip nelerin değiştirilmeyeceğine dikkat çekmektedir.

EDİTÖRDEN

SEMİNERLER

Vakıf faaliyetlerinin en gelenekseli olan seminerler, her yıl güz ve bahar dönemlerinde gerçekleşiyor.

DETAYLI BİLGİ


BİZİ TAKİP EDİN

Vakfımızın düzenlediği programlardan (seminer, sempozyum, panel, vs.) haberdar olmak için e-posta adresinizi bırakabilirsiniz.