Modernleşme Sürecinde Osmanlı İlmiyyesi

Ahmet Cihan

TAMBir Kitap/Bir Yazar
 
4 Ekim 2005
Değerlendirme: Reyhan Sarıkaya
 
Türkiye Araştırmaları Merkezi’nce her ay düzenli olarak gerçekleştirilen Bir Kitap/Bir Yazar toplantılarının Ekim ayındaki konuğu Doç. Dr. Ahmet Cihan’dı. Osmanlı modernleşmesi üzerine yaptığı çalışmalarıyla tanıdığımız Cihan, çalışmalarını Osmanlı sosyal tarihi üzerinde yürütmeye devam ediyor. Ahmet Cihan bu toplantıda Reform Çağında Osmanlı İlmiye Sınıfı adıyla yayınlanan kitabının hazırlanış süreci ve içeriği hakkında bize oldukça detaylı bilgiler verdi.
 
Kitap, doktora çalışması olarak fazla revizyona uğramadan altı yedi yıl gibi uzun bir süreden sonra, Mehmet Genç hocanın murakabesinden geçerek yayınlandı. Çalışmanın ana malzemesini Osmanlı arşiv belgeleri oluşturuyor. Salt bir belge aktarımından ziyade, o belgelerin okunması, anlaşılması ve analiz edilmesi temel hedefti. Arşiv belgelerinin yanı sıra İngilizce literatür başvurulan diğer bir kaynak.
 
Çalışmadaki temel soru, 19. yüzyıldan, yani Osmanlı’nın son döneminden itibaren adına ulema ya da ilmiye zümresi dediğimiz sınıfın, değişim karşısında yer alan belirli bir grubun, bütün bir Osmanlı tarihine katı bir tutum yansıtıp yansıtmadığıdır. Yani ulema değişim karşısında statükocu muydu, yoksa farklı pozisyonları koruyan bir prototip miydi? Ulema dediğimiz bireysel olmayan bu kitlenin, İmparatorluğun kuruluşunda, gelişme ve gerileme dönemlerinde aldığı farklı pozisyon ve tutumlar nelerdir? Çalışma iki temel dönem üzerine oturuyor: İlk olarak, kuruluş döneminden İmparatorluğun yükseldiği 16. yüzyılın ikinci yarısına kadar geçen süreçte, sistemin oturması ve hukuk nizamının tesisiyle ilgili olarak ulemanın katkısı ele alınıyor. İkinci olarak, 16. yüzyıldan sonra askerî zümre içinde her zaman ayrı bir grup olarak var olagelmiş ilmiye sınıfının ikinci plana itilme sürecinin 18. yüzyılın ikinci yarısına kadar devam ettiği üzerinde duruluyor.
 
İlmiye sınıfı bu zaman aralığında yani Kanunî’ye kadar yükselen bir yapı arzediyor. Ardından sistem oturduktan sonra iniş süreciyle karşılaşıyoruz. Ancak bu süreç de yanıltıcı olabilir. Çünkü ilmiyenin merkezî otorite üzerindeki etkinliği nisbî olarak azalmasına rağmen, taşrada, toplum üzerindeki etkisi artıyor. Fakat Osmanlı’nın Batı karşısındaki zafiyetinin ortaya çıkmaya başladığı 18. yüzyılın ikinci yarısından itibaren ilmiye sınıfının yeni bir ivme kazandığını söyleyebiliriz. Bizi bu sonuçlara götüren örnekler ise vesikalarda mevcut. Kanunî döneminden sonra akdedilmiş bir anlaşmada ilmiyeden kimse yer almazken, 1774 Küçükkaynarca Anlaşmasına geldiğimizde, sulh görüşmelerini izlemek üzere giden üç kişiden ikisinin ilmiyeden olduğunu görüyoruz. Buradan, belge bize bunu söylemese de, bir değişimin gerçekleştiğini anlıyoruz. O da siyasî otoritenin bu yenilginin sorumluluğunu tek başına üstlenmek istememesidir. Bir meşrulaştırma problemiyle karşılaşan siyasî otorite, bunu tek başına üstlenemeyeceği için yetki ve sorumluluk açısından paylaşma yoluna gitmiştir. Bir anlamda, yeni bir modernleştirme-kuruluş sistemi inşaa etmek için ulemanın taşın altına elini koyması gerekiyor. Bir diğer örnek de, Kırım ile yapılan anlaşmanın, Divan’da ya da sadrazam sarayında değil, şeyhülislâmın idaresindeki Meşveret Meclisi’nde yapılmasıdır.
 
Özellikle III. Selim’den itibaren ulemanın modernleşmede aktif rol aldığını ve bu sürecin Tanzimat’a kadar devam ettiğini görüyoruz. Ulema bu dönemde, Nizam-ı Cedid, Bahriye Mektebi, Mühendishanelerin kurulması ve matbaanın açılması gibi pek çok hareketin içinde yer alıyor. Yenilik karşıtı olan bir zümrenin bu faaliyetlerde yer alması ne kadar mümkün?
 
Tanzimat’tan sonraki dönemde ise İmparatorluğun yıkılışına kadar sürecek tersine bir süreç başlıyor. Merkez ve taşrada bir şekilde, ilmiyenin alt sektörlerinde başka bir şekilde olmak üzere farklı direnç ve motivasyon noktalarının oluşmasıyla aşağı doğru inen bir süreç başlıyor. Tanzimat öncesinde dinî eğitim kurumlarında etkin olarak gördüğümüz ulema, Tanzimat’taki seküler eğitim kurumlarına da etki ediyor. Bu alanda ilmiye dışında istihdam edilecek yeterli beşerî sermaye bulunmadığı için, bu kanalların tamamında ilmiye zümresinden kişiler yer alıyor. 1860’lara doğru kendi sisteminde yer alacak öğretmenleri yetiştirmesi, taşradan ya da bürokrasiden gelen insanların sisteme girmesiyle ulema eğitim alanından yavaş yavaş elini çekiyor. Ancak 1917 yılına kadar Meşihate bağlı eğitimin, 1917 yılında Maarif nezaretine aktarılmasına dek, ulema temel eğitimde varlığını koruyor.
 
Neticede Osmanlı uleması modernleşmeye giden yolda farklı periyotlarla karşımıza çıkıyor. Modernleşmede bizzat rol alanlar olduğu gibi direnç gösterenler de mevcut. Tekil biyografik bir analiz değil, büyük bir kitlenin sistem içindeki durumunu analiz etmemiz gerekmekte. Ancak ışığı sadece direnç gösterenlere tutarak bütün zümrenin değişen sisteme ayak direttiğini söylemek realitenin bir boyutunu yansıtır. Bu değişim süreci birçok kişi için kendi inançlarıyla tezat oluştursa da, “din ü devletin bekası için” kaçınılmaz olduğu yaygın bir kanaat olarak karşımızda duruyor.

EDİTÖRDEN

SEMİNERLER

Vakıf faaliyetlerinin en gelenekseli olan seminerler, her yıl güz ve bahar dönemlerinde gerçekleşiyor.

DETAYLI BİLGİ


BİZİ TAKİP EDİN

Vakfımızın düzenlediği programlardan (seminer, sempozyum, panel, vs.) haberdar olmak için e-posta adresinizi bırakabilirsiniz.