KAM PANELS

The Eurozone Debt Crisis and its Possible Effects on Turkish Economy

24/محرم/1433 Salon: ZEYREK SALONU

Değerlendirme: Melike Akkuş

Küresel Araştırmalar Merkezi’nin 2011 yılındaki en önemli faaliyetlerin biri, Yunanistan’dan İtalya’ya, İspanya’dan Portekiz’e ve İrlanda’ya kadar birçok Avrupa ülkesine sirayet eden Avro Bölgesi Borç Krizi ve krizin Türk ekonomisine muhtemel etkileri konulu panel oldu. Oldukça yoğun bir katılımla gerçekleşen ve sonuna kadar ilgiyle takip edilen panelin başkanlığını T.C. Merkez Bankası (TCMB) Meclis Üyesi Lokman Gündüz yaptı. TCMB Başkan Yardımcısı M. İbrahim Turhan, Vakıfbank Baş Ekonomisti Serkan Özcan ve Koç Holding Ekonomik Araştırmalar Koordinatörü Ahmet Çimenoğlu’nun renkli sunumlarıyla hafızalarımızda yer eden panelde, Avrupa Birliği’nde yaşanan güç dengesi değişikliklerinden krizin tarihsel kökenine ve finansal ve reel sektör üzerindeki muhtemel etkilerine kadar birçok konu tartışıldı.

 

Serkan Özcan

Borç Krizi Finansal Açıdan Türk Ekonomisini Nasıl Etkiler?

“Gelecek dönem düzenleyici, denetleyici kurumların öne çıkacağı sıkı mali disiplin dönemi olacak”

Panelin ilk konuşmacısı, Avrupa Borç Krizi’nin finans sektörü üzerindeki etkilerini değerlendiren Serkan Özcan oldu. Özcan, genel ekonomik görünümle alakalı bilgiler vererek başladığı sunumunda, üretip satan, tasarruf eden dünya ile kredi sisteminin sağladığı avantajlardan faydalanarak sürekli tüketen dünya arasındaki “küresel dengesizliğe” dikkat çekti. Özcan gelişmekte olan ülkelerde sürekli tasarruf artışına binaen dış varlıkların inanılmaz derecede arttığını, gelişmiş ülkelerinse tüketim merkezli ekonomik davranışın bir sonucu olarak kamu borcu dengesizliğiyle karşı karşıya kaldığını belirtti. Bu küresel dengesizlik ortamında Türkiye’nin hem tasarrufları hem de varlıkları artırarak faiz dışı dengede çok iyi bir performans sergilediğini ifade eden Özcan, 2001-2010 döneminde uygulanan sıkı ekonomi politikasının bir neticesi olarak kamu mali dengesinin korunduğunu, 2010-2011 döneminde Türkiye’nin faiz dışı dengede en iyi performansa sahip ülke olduğunu söyledi.

Orta vadede küresel dengesizlikten kaynaklanan kırılganlıkların devam edeceğini savunan Özcan şu öngörülerde bulundu: “Önümüzdeki dönemde çok ciddi bir yavaş büyüme trendi yaşanacak, sıkı mali politikalara rağbet artacak, enflasyon problemi çokça konuşulacak. Mevcut haliyle devam etmesi mümkün olmayan uluslararası finansal sistem daha muhafazakâr bir yapıya evirilecek. Uzun vadede siyasî dengelerin değişmesiyle sonuçlanacak radikal farklılıklar beklenebilir. Dünya ekonomisi kaçınılmaz olarak küçüleceği için pastayı büyütmek yerine iç tüketime dayalı büyüme gibi mevcut pastadaki payı artıracak yöntemler üzerine yoğunlaşmak gerekecek. Gelecek dönem düzenleyici, denetleyici kurumların öne çıkacağı sıkı mali disiplin dönemi olacak.”

“Avro Bölgesi kısa vadede sürdürülemez bir mali yapıda ısrar ederek zaman kazanmaya çalışıyor”

Özcan, borç krizinin merkezi olan Avro Bölgesi ile ilgili de değerlendirmeler yaptı: “Avro Bölgesi çözüm getirecek kesin adımları hâlâ atamadı. Yapısal kararlar alsa dahi bunların çözüm getireceğine dair umudum yok. Kısa vadede sürdürülemez bir mali yapıda ısrar ederek zaman kazanmaya çalışıyorlar; ama Yunanistan, İspanya ve İtalya örneklerinde bu yöntemin işe yaramadığını gördüler. Birliğin iktisadî anlamda en güçlü üyeleri arasında gösterilen Almanya’nın risk seviyesi bile bu süreçte yükselmeye başladı.”

“Düşük hane halkı borcu ve yüksek borç ödeme kabiliyeti Türkiye’nin öne çıkan güçlü özellikleri; ancak yüksek cari açık hâlâ büyük bir problem”

Ardından Özcan, Türkiye’nin ekonomik gidişatıyla alakalı bilgiler verdi: “Türkiye 2023 vizyonuna uyan bir büyüme eğrisine sahip. Kriz sonrasında şartların iyileşmesini bekliyoruz. Düşük hane halkı borcu ve yüksek borç ödeme kabiliyeti Türkiye’nin öne çıkan güçlü özellikleri; ancak yüksek cari açık hâlâ büyük bir problem. Avrupa’daki kriz bir müddet daha bu seyrinde devam ederse Türkiye cari açık problemini çözecek ya da hafifletecek yapısal değişiklikler için zaman kazanabilir. Güçlü kamu mali yapısı ekonomik anlamda bir değer taşıyor. Dış borç stokunda devam eden uzun vadeli yapı, kısa vadede ekonomiye esneklik kazandırıyor.”

“Son krizde bankacılık sektörü yapısal sağlamlığını ispat etti”

Finansal sistemin ana oyuncusu olan bankacılık sektörünün durumunu da değerlendiren Özcan, son krizde sergilenen performansla bankaların yapısal sağlamlıklarını ispat ettiğini düşünüyor. Bu sağlam sistemin arkasında 2001 krizi sonrasında gerçekleştirilen yapısal düzenlemeler kadar önümüzdeki iki sene aynı ayarda devam etmesi beklenen para politikasının da olduğuna dikkat çeken Özcan, “Son yıllarda elde edilen büyüme oranlarına rağmen sektör hâlâ büyüme potansiyeline sahip. Ancak öngöremediğimiz yeni riskler var. Güçlü sermaye yapımız devam ediyor; ama BDDK’nın aldığı son provizyon kararlarından sonra sektörde ciddi sermaye sıkıntısı oluşmaya başladı. Buna rağmen aktif karlılığımız 1,6, özkaynak karlılığımız %14. Ancak benchmark faizin %10-11 civarı seyrettiği bir ekonomik sistemde %14 özkaynak kârlılığıyla bankacılığa devam etmek ne kadar mantıklı olabilir, bu önemli bir soru.” diyerek yüksek kâr oranlarıyla işleyen bankacılık sisteminin yeni duruma verebileceği tepkiler üzerine konuştu. Önümüzdeki dönemde bankacılık sektöründe yaşanacak en önemli sıkıntıların, tahsili gecikmiş alacak miktarının artması, banka mevduatlarının beklenenden az büyümesi, bankaların varlık sebebi olan öz kaynak kârlılığının önceki yıllara nazaran azalması olacağını öngördü.

Özcan’ın 2012 yılı Türkiye ekonomisi ve bankacılık sektörü beklentilerini anlatırken kullandığı baz senaryo ile iyimser ve kötümser senaryoları içeren tablolar şunlardı:

 

TÜRKİYE EKONOMİSİ 2012 YILI BEKLENTİLERİ

 

Baz senaryo

Senaryo 1

Senaryo 2

GSYİH büyüme

2.5

5.1

-0.8

İşsizlik oranı

10.7

9.5

12.4

Enflasyon

6.6

8.25

5.1

USD/TL

1.70

1.60

1.92

TCMB politika faizi (%)

5.00

5.75

5.00

Gösterge tahvil

8.85

11.5

7.45

Dış ticaret açığı  (milyar $)

85.3

97.3

74.9

Cari işlemler açığı (milyar $)

62.1

72.4

53.1

Kaynak: Vakıfbank

 

BANKACILIK SEKTÖRÜ 2012 YILI BEKLENTİLERİ

Milyar TL

Baz senaryo

Senaryo 1

Senaryo 2

Toplam aktif

15.0

18.7

9.9

Toplam krediler

16.6

22.1

7.3

Bireysel krediler

17.2

19.1

13.2

Ticari krediler

16.4

23.6

4.4

TGA

12.8

4.6

39.8

TGA/toplam krediler (%)

2.1

1.8

2.8

Men. değ. port

11.4

6.9

13.8

Mevduat

17.3

19.1

14.1

Net dönem kârı

2.1

-10.2

8.6

Özkaynak kârlılığı

12.2

11.1

12.8

Aktif kârlılığı

1.4

1.2

1.6

Net faiz marjı

3.5

3.0

3.6

Sermaye yeterlilik rasyosu

16.9

15.2

17.8

Kaynak: Vakıfbank

 

 

Ahmet Çimenoğlu

Türkiye’de Özel Sektör Borç Krizine Hazırlıklı mı?

“Avrupa’da kontrolsüz bir iflas yaşanmadığı müddetçe ihracatımız devam edecek”

Oturum başkanı Lokman Gündüz’ün “2008’de Amerika’da başlayarak küresel piyasaları etkileyen Mortgage Krizi finansal bir krizdi; dolayısıyla 2001 Krizi’nden sonra finansal sektörü denetim altında tutan Türkiye, bu krizden doğrudan etkilenmemişti. Ancak Avrupa’daki kriz reel sektörde başladığı için Türkiye’ye de yine reel sektör üzerinden yansıyacak.” diyerek sözü verdiği Ahmet Çimenoğlu, “Avrupa Borç Krizi, ekonomik sistemimize ticaret ve finansman olmak üzere iki farklı kanaldan etki ediyor” diyerek sözlerine başladı. Her iki kanalın Türk ekonomisine ve özel sektörüne mevcut ve muhtemel etkilerini ayrı ayrı değerlendirdi. Krizin ticarî kanaldan etkileri konusunda şunları söyledi: “Ekim ayı verilerine göre Türkiye, dış ticaretinin %44’ünü AB ülkeleriyle yapıyor;  dolayısıyla AB ekonomisinde yaşanan olumsuzlukların dış ticaretimiz üzerinde yadsınamaz etkileri sözkonusu. Ancak 2009’da Avrupa ekonomisi %5 oranında küçülürken 2012 için bu küçülmenin %1 civarında olması bekleniyor. Avrupa’daki bu nispî iyileşmeye istinaden krizin Türkiye dış ticaretine menfi etkilerinin azalacağını öngörüyoruz. Koç Holding’den örnek vermek gerekirse, krizin en şiddetli olduğu 2009 yılında Beko’nun İngiltere’deki pazar payı %8-9’dan bu sene %17-18’e çıktı. İspanya’da beyaz eşya pazarı çift haneli rakamlarda daralırken, Beko’nun satışları önemli ölçüde arttı. Kriz sebebiyle pazar daralmış olsa da yakınlık, kalite, hizmet gibi faktörler satışların artışında etkili oldu. Netice olarak Avrupa’da kontrolsüz bir iflas durumu yaşanmadığı müddetçe Avrupa’ya olan ihracatımızın devam edeceğini söyleyebiliriz.”

“Bankacılık sektöründe kredi büyümesinin görüleceğini, %4’lük bir büyüme rakamının yakalanacağını düşünüyoruz”

Çimenoğlu’nun daha önemli bir boyut olan finansman kanalına ilişkin öngörüleri ise şu şekildeydi: “Finansman kanalında daha ziyade yabancı yatırımcıların yaklaşımları belirleyici oluyor. Yabancı yatırımcılar, Avrupa’daki bankaların sermaye açığı sebebiyle AB’de bilanço küçülmesi yaşanırsa, Türkiye’deki şirket ve bankaların Avrupa’dan finansman sağlamalarının zorlaşacağını, buna binaen paranın maliyetinin yükseleceğini ve dolayısıyla kurların kaçınılmaz bir şekilde artış göstereceğini, büyümenin ciddi oranda azalıp bir krize yol açacağını öngörüyorlar. Ancak Türkiye’nin mevcut borcu ile borç ödeme kabiliyeti mukayese edildiğinde bu senaryonun öngörüldüğü gibi olmayacağını söyleyebiliriz. Önümüzdeki 12 aylık periyoda ait ödenmesi gereken toplam dış borç 136 milyar dolar; ancak bunun çevrilmesinde sıkıntı yaşanabilecek kısmı 60-70 milyar dolar civarında. Özel sektörün iki yılda 24 milyar dolar net dış borç ödeyerek 2008 döneminde 140 milyar dolar olan borcu 2010 yılında 116 milyar dolara indirmeyi başardığı bir ülke olan Türkiye, yeniden borçlanması gereken tutarın 15-20 milyar dolarlık kısmını bulamasa bile çok büyük bir sıkıntı yaşamaz. Böyle bir durumda belki büyüme yavaşlar ve kurlar aşağı seviyelere gelmez; ama yabancı yatırımcıların öngördükleri gibi bir felaket de yaşanmaz. 2009-2010 döneminde ciddi bir eşik atlaması yaşandı, milli gelir yükseldi, istihdam ciddi miktarda arttı, faizler tarihin en düşük seviyelerine geldi ve bu üçünün aynı dönemde yaşanmasıyla tahminlerin üstünde bir büyüme gerçekleşti. Bu sebeple bütün olumsuz beklentilere rağmen bankacılık sektöründe kredi büyümesinin görüleceğini, %4’lük bir büyüme rakamının yakalanacağını düşünüyoruz. Yüksek istihdam oranı, düşük faizler ve tüketici güveni bu %4’lük büyüme hedefini doğruluyor.” Bu noktada en önemli soru işaretinin AB’deki belirsizlik olduğunu belirten Çimenoğlu, Birlik içindeki hiçbir devletin ve bankanın kontrolsüz iflasa gitmeyeceği öngörüsünden hareketle böyle bir büyüme tahmin ettiklerini de vurguladı.

“Çin patlarsa bütün dünya ekonomisinin patlaması kaçınılmaz olur”

Çimenoğlu küresel iktisadî durumla alakalı dikkat çekici değerlendirmelerde de bulundu: “AB içindeki krizi durdurmaya muktedir ülkeler, kendi politikalarını ve vizyonlarını diğer üye ülkelere benimsetmek için krizi bir fırsat bilip süreci kullanıyorlar. Merkez ülkeler mesela Avrupa Merkez Bankası’na sınırsız miktarda İtalya, Yunanistan, İspanya bonosu alma yetkisi vererek krizi hafifletebilirler; ama yapmıyorlar. ‘Biz bunları kurtarırsak, istediğimiz reformları yapmazlar’ düşüncesindeler. Bu şekilde tehlikeli ve zor bir oyun oynuyorlar.” Çimenoğlu biri ABD, diğeri Çin kaynaklı iki önemli risk faktöründen bahsetti: “Mortgage Krizi’nin ardından görece ekonomik iyileşme gösteren ABD, Demokratlar ile Cumhuriyetçiler arasındaki görüş ayrılıklarının artmasıyla ciddi bir siyasî riskle karşı karşıya kaldı. Bu siyasî tıkanmayla birlikte karar alma süreci kaçınılmaz olarak zayıfladı. Ekonomik kriz, ABD dâhil hemen her ülkede son derece tehlikeli bazı oluşumların, muhafazakar, faşizan veya popülist partilerin öne çıkmasına neden oldu... Diğer risk faktörüne gelince, Uzakdoğu’nun devasa fabrikası haline gelen Çin, milli gelirinin sadece %35’ini iç tüketimden sağlıyor; bu oran normalde ortalama %50-60 iken, Türkiye’de %70 civarında seyrediyor. Büyük kısmı inşaat sektörüne yapılan yatırımların milli gelirin %50’sini oluşturduğu Çin’de gayrimenkul sektörü kayıt dışı bankacılık ve tefecilik kanallarıyla büyüyor. Denetimsizlikle birlikte oluşan bu balonu dikkatle izlemek gerekiyor; zira Çin patlarsa bütün dünya ekonomisinin patlaması kaçınılmaz olur.”

 

M. İbrahim Turhan

Borç Krizi: Avrupa Ekonomisinde Kırılma mı, Yapısal Dönüşüm mü?

“ABD’nin on sene içinde bugünkü noktaya gelmesi, ancak aşırı güven ile izah edilebilir”

Son sözü alan İbrahim Turhan, Avrupa Borç Krizi’ni sadece bugününü değil, tarihî temellerini de ön plana çıkararak değerlendirdi. “AB bir bütün olarak dünyanın en fazla üretim yapan iktisadî bölgesi. Katma değer üretimi olarak hesap edilirse dünyanın dörtte birinden fazlasına sahipler. Finansal anlamda ABD’den sonra ikinci sırada yer alıyorlar. Siyasî ağırlıkları ekonomik ağırlıklarının çok üstünde. Başlarında Almanya gibi bir ülke var. Ama iki yıldır krizi çözemiyorlar. Bu mantıklı mı?” diye dikkat çekici bir soru yönelterek başladığı konuşmasında özetle şunları söyledi:

Avrupa Borç Krizi aslında 1990 yılında başladı. Avrupa’da 1870-1915 yılları arasında sıcak savaşın olmadığı 45 yıllık bir iktisadî genişleme ve küreselleşme dönemi yaşandı. Bu dönemin sonunda I. Dünya Savaşı geldi. Savaşla birlikte artan harcamaları finanse etmek için maliye politikaları değiştirildi. Savaşın akabinde son derece katı neo-klasik politikalar izlendi ki bu süreç, sonunda dünya ekonomisini Büyük Buhran dönemine getirdi. Büyük Buhran ise II. Dünya Savaşı’yla neticelendi. Benzer şekilde 1990’lı yıllar, neo-klasik uygulamanın akabinde yaşanan bir refah dönemiydi ve aynı şeyler tekrar etti. 2004 yılında yine Bilim ve Sanat Vakfı’nda düzenlenen Küreselleşme Sempozyumu’nda sunduğum “Küreselleşme ve Uluslararası Sermaye Hareketleri” başlıklı finansal küreselleşme ile ilgili tebliğimde bu durumu açıklamış, “Küreselleşmenin beraberinde getirdiği bu refah sürecinin ve neo-klasik politikalarınsonucunda bir kriz çıkacak; bu kriz, küresel finansın krizi olmaya aday” demiştim. 1990’lar insanoğlunun en büyük hatası olan aşırı güven duygusunun yeniden nüksettiği yıllardı ve kimse büyük, küresel bir krize ihtimal vermiyordu. 1999 yılında başkanlık seçimlerinden bir yıl önce 15 trilyon dolarlık ekonomisiyle, verdiği bütçe fazlasıyla, %3’lük büyüme hızı, %4’lük işsizlik ve %1,3’lük enflasyon oranıyla dev bir ekonomi olan ABD’nin 10 sene içinde bugünkü noktaya gelmesi ancak “aşırı güven” ile izah edilebilirdi.

“Türkiye’nin beş yıl boyunca üstü üste faiz dışı %5 fazla vererek yaptığını AB’de yapacak kimse çıkmadığı için bu kriz çözülemiyor”

Tarihte Hollanda’daki lale çılgınlığı, Amerika’da tren yollarının işlemeye başladığı dönem gibi sürdürülebilir yüksek büyüme hızının yakalandığı dönemler oldu. Varlık fiyatlarının devamlı artacağını, işsizliğin olmayacağını ve büyümenin sürekli artacağını kabul eden iktisadî aktörler tüketimi senelere yayma düşüncesiyle gelecekteki gelirlerini bugünden tükettiler. “Olmayan gelirin sistemik harcanması” ABD’de yaşanan Mortgage Krizi’nin de sebebi olurken, riskin yer değiştirdiğinde yok olduğunu kabul eden bankacılar bu süreci hızlandırdılar. 2001’de Türkiye’de olan, 2009’da Avrupa’da yaşandı. Borçlular bankalara olan borçlarını ödemeyince hane halkının ve sektörün oluşturduğu borç açığı bankacılık sektörü üzerinden devlet bilançolarına geçti. Bu aşamada devletler, durumu düzeltmek için 20 trilyon dolarlık ekonominin borcunu ödemeliler; ama Türkiye’nin 5 yıl boyunca üstü üste faiz dışı %5 fazla vererek yaptığını AB’de yapacak kimse çıkmadığı için bu kriz çözülemiyor.

1980’den 2002’ye kadar Türkiye ekonomisi, potansiyel büyüme hızı %3-5 arasında seyreden ve bu büyümeyi mümkün kılmak için milli gelirin %26-27’si kadar yatırım harcamasına ihtiyaç duyan bir sistemdi. Türkiye ekonomisinin tasarruflarıyla milli gelirin ancak %23’ü kadar yatırım yapılabildiği için bütçe senelik ortalama %3 oranında açık veriyordu. Bütçe açığı %5’e ulaşınca tasarruflar artıp yatırımlar azalıyor ve böylece denge sağlanıyordu. Reform programlarıyla birlikte 2002’den sonra enflasyon düştü, rekabeti önleyici sınırlamalar kalktı ve verimlilik arttı. Potansiyel büyüme hızı %3-5’ten %5-7’ye çıkarken, bu büyüme milli gelirin %22-23’ü ile finanse edilebilir hale geldi. Yani daha az yatırım oranıyla daha çok büyümeye başladık. Ancak gelirler tüketici güvenini destekleyecek ölçüde artış göstermedi ve tasarrufun milli gelire oranı %12’ye düştü. Yatırım harcamaları için milli gelirin %22’sini harcamak gerekirken mevcut tasarrufla sadece milli gelirin %12’si kadar olan kısım karşılanabildi. Şimdi geriye kalan %13’lük kısmın finansmanı için gerekli paranın bir yerden gelip gelmeyeceği cevap bekleyen en önemli soru olarak zihinleri meşgul ediyor.

“Bu kadar kısa bir sürede bu denli büyük bir iktisadî güç kayması tarihin hiçbir döneminde yaşanmadı”

Bana krizi sorduklarında “Bu kriz 15. yüzyılın ilk yarısında başladı” diyorum. 15. yüzyıla kadar dünyanın iktisadî merkezi Doğu Akdeniz’di. Habsburg Hanedanı’nın dâhil olduğu Yüz Yıl Savaşları neticesinde merkez, aralarında Portekiz, İspanya ve Fransa’nın olduğu Batı Akdeniz’e kaydı. 17. yüzyılda yaşanan Otuz Yıl Savaşları’yla Orta Avrupa’ya, Napolyon Savaşları’nın akabinde 19. yüzyılın başında Avrupa’dan Atlantik’e kaydı. İki dünya savaşının gerçekleştiği 20. yüzyıl, Amerika’nın doğuşuna ve Avrupa’nın batışına sahne oldu. Bütün bu savaşlardan önce ciddi ekonomik krizler yaşandı. 2000-2010 yılları arasındaki 10 yıllık dönemde Çin dünyanın ikinci en büyük ekonomisi haline gelirken, en büyük ekonomiler listesinde Brezilya, Rusya ve Hindistan gibi ülkeler yer almaya başladı. Bu kadar kısa bir sürede bu denli büyük bir iktisadî güç kayması tarihin başka hiçbir döneminde yaşanmadı. Bu da üzerinde durup düşünmemiz gereken konunun sosyo-politik yönü. 

خيار المحررين

SEMINARS

As the most traditonal activity of BISAV, the courses take place in every fall and spring of a year.

MORE INFO


تابعنا

الاشتراك في النشرة الإخبارية لدينا لتلقي الأخبار والتحديثات.