- ANA SAYFA
- YAYINLAR
- BÜLTEN ARŞİV
- SAYI 78 YIL: 2012
- İslâm ve Sekülerizmin Siyaseti
İslâm ve Sekülerizmin Siyaseti
Nurullah Ardıç
14 Nisan 2012
Değerlendirme: Harun Küçükaladağlı
Medeniyet Araştırmaları Merkezi’nin düzenlediği Tezgâhtakiler toplantı serisinin Nisan ayındaki ikinci konuğu İstanbul Şehir Üniversitesi Sosyoloji Bölümü öğretim üyelerinden Nurullah Ardıç’tı. Programda Ardıç, Islam and the Politics of Secularism: The Caliphate and Middle Eastern Modernization in the Early 20th Century(Routledge, 2012) adlı eseri çerçevesinde Osmanlı-Türk sekülerleşmesi sürecini, İslâm ve siyaset ilişkisini ve bu çerçevede özellikle hilafet kurumunun dönüşümünü anlattı. Ardıç, 2009 yılı başında California Üniversitesi/Los Angeles’da (UCLA) tamamladığı doktora tezinin genişletilmiş hali olan kitabının temel teorik argümanının, Osmanlı-Türk modernleşmesi sürecinde İslâm ve seküler siyaset arasındaki ilişkinin (literatürdeki yaygın kanaatin aksine) “baskın” niteliğinin “çatışma” değil “intibak” (accommodation) olduğunu ifade etti.
Ardıç, hem yeni tarihsel malzeme kullanarak hem de mevcut malzemeye yeni bir teorik yaklaşım getirerek literatüre iki temel katkı yaptığı çalışmasında, XIX. yüzyılın başlarından XX. yüzyılın ilk çeyreğine odaklanmakta ve ampirik olay olarak hilafetin seküler bir dönüşüme uğradıktan sonra kaldırılışını ele almaktadır. Ardıç’a göre, İslâm ve siyasetin iç içe geçtiği bir kurum olarak hilafet, sözkonusu dönemin seküler elitleri açısından İslâmî geleneği temsil etmiş ve terk edilmesi gereken bir kurum olarak düşünülmüştür. Dolayısıyla hilafetin kaldırılması, İslâm ve seküler siyaset arasındaki ilişkiyi açık bir şekilde gösteren örnek olay niteliğini taşımaktadır.
Ardıç, kitabında tartışmayı iki literatür üzerinden yaptığını belirtti. Bunların ilki Marx, Durkheim ve Weber’in formüle ettiği, genel olarak dinin etkisinin modernleşme ve sanayileşme süreciyle birlikte azalacağını iddia eden “sekülerleşme tezi” ile din sosyolojisindeki türevlerinin oluşturduğu literatürdür. Ardıç’a göre, bu tez coğrafî açıdan kısıtlı bir yaklaşım içerdiği için Hristiyan-Batı dışı coğrafyayı açıklamada pek de kullanışlı değildir. Bu teoriye karşı Batı toplumlarını da içine alan, bir biçimde modernleştikçe dinin etkisini arttırdığı şeklinde özetlenebilecek “din ekonomileri” gibi yeni yaklaşımlar ortaya çıktığını belirten Ardıç, kitabında bunları da ele alarak tartıştığını vurguladı.
İkinci olarak, Osmanlı-Türk modernleşmesi literatürünü ele alan Ardıç, bu literatürü iki ana gruba ayırdı: Sekülerleşme tezini aynen alarak, İslâm ve seküler siyaset arasında sürekli bir çatışma olduğunu ve bunun sonucunda da İslâm’ın yenileceğini savunan “çatışmacı yaklaşım” ile bu ilişkinin daha karmaşık bir yapıda olduğunu ve çatışma görülmekle birlikte özellikle söylem düzeyinde “intibak”ın daha baskın olduğunu öne süren yaklaşım. Ardıç, Osmanlı-Türk modernleşmesi incelemelerinde literatürün büyük bölümünün din sosyolojisindeki sekülerleşme tartışmalarına odaklandığını ifade etti. Dolayısıyla soruna Batı merkezli bakarak İslâm ve seküler siyaset arasındaki ilişkiyi çatışma yaklaşımı çerçevesinde incelediğini vurgulayan Ardıç, sadece bu yaklaşım ile konuyu açıklamanın yetersiz olacağını belirti. Ayrıca, İslâm ve modernite arasındaki ilişkide çatışma paradigmasının felsefî ve pratik düzlemde görülen örneklerine rağmen, baskın niteliğin “intibak” kavramıyla açıklanabileceğini öne sürdü. Ardıç, bu nedenle kitabın temel sorusu olan din-devlet ve din-sekülerizm ilişkisini hilafet örnek olayı üzerinden intibak paradigmasını kullanarak açıkladığını kaydetti.
Kitabında başlıca iki yöntem kullandığını belirten Ardıç, makro seviyede tarihsel-mukayeseli analiz, mikro düzeyde ise söylem analizi yöntemlerini kullandığını ifade etti. Kitabın ilk bölümünde XIX. yüzyılın başlarından 1930’lara kadar resmi belgeler, parti programları ile siyasî ve entelektüel aktörlerin söylemlerini inceleyerek bu intibak kavramının giderek modernleşen tarihsel bağlam içerisinde nasıl tezahür ettiğini gösterdiğini belirtti. Hilafet meselesine odaklandığı ikinci bölümde ise, siyasetçiler ve entelektüellerden oluşan ve “seküleristler”, “modernistler” ve “gelenekçiler” olarak sınıflandırdığı aktörler arasında XX. yüzyılın ilk çeyreğinde vuku bulan siyasî ve ideolojik çekişmede tartışmanın her iki tarafının da son derece yoğun bir İslâmî söyleme başvurduklarını, kendi siyasî pozisyonlarını böylelikle meşrulaştırdıklarını belirterek bunlara çeşitli örnekler verdi. Tanzimat ve Islahat fermanları ile 1876, 1921 ve 1924 anayasaları örneklerinde olduğu gibi, uygulanan siyaset ve reformlarda İslâm’a dayanan meşru bir temel oluşturmak amacıyla kutsal metinlere atıf, İslâm tarihine seçmeci yaklaşım gibi söylem stratejilerine başvurulduğunu anlatan Ardıç, hilafetin XX. yüzyılın ilk çeyreğindeki dönüşümü örneğinde de benzer yöntemlerin kullanıldığını belirterek, özellikle sekülerist grubun söylemlerinin araçsal nitelikte olduğunun altını çizdi.
Ayrıca hilafet üzerine yapılan tartışmaları Türkiye dışındaki bağlamlarla da karşılaştıran Ardıç, hilafetin “çevresi” konumundaki Arap Yarımadası, Kuzey Afrika ve Hindistan’daki İngiliz ve Fransız sömürgeciliği odağında yer alan tarihsel gelişmelerle bu tartışmaların nasıl yoğrulduğunu da incelediğini belirtti. Ardıç, tüm bunlardan yola çıkarak, Osmanlı-Türk sekülerleşme sürecinde İslâm ve seküler siyaset arasındaki ilişkinin “çatışma”dan ziyade “intibak” olarak tanımlanabileceğini ifade etti.
Literatüre yaptığı katkı açısından önemli bir boşluğu dolduran eserin bazı kısımlarını katılımcılardan gelen sorular çerçevesinde ayrıntılandıran Ardıç’ın sunumu, Osmanlı ve Cumhuriyet aydınlarının dine yaklaşımları, Cumhuriyet tarihi boyunca sekülerleşme sorunu, Batı ve Osmanlı-Türk sekülerleşmelerinin mukayesesi hakkındaki soru ve katkılarla sona erdi.
2024 Güz Programı
Vakıf faaliyetlerinin en gelenekseli olan seminerler, her yıl güz ve bahar dönemlerinde gerçekleşiyor.
DETAYLI BİLGİ