- ANA SAYFA
- YAYINLAR
- BÜLTEN ARŞİV
- SAYI 84 YIL: 2014
- Osmanlı’da Siyasi Muhalefetin Kurumsallaşma Süreci (1902-1909)
Osmanlı’da Siyasi Muhalefetin Kurumsallaşma Süreci (1902-1909)
Serkan Yazıcı
20 Ocak 2014
Değerlendirme: Metin Ünver
Yirminci yüzyıl başlarında Osmanlı’da siyasi muhalefetin kurumsallaşması meselesi Serkan Yazıcı’nın “Osmanlı’da Siyasi Muhalefetin Kurumsallaşma Süreci (1902-1909)” başlıklı doktora tezi bağlamında tartışıldı. Sakarya Üniversitesi Tarih Bölümü’nde, Azmi Özcan’ın danışmanlığında, 2011’de tamamlanan tez, Tanzimat’la birlikte başlayan Meşrutiyet’le birlikte perçinlenen yeni tarz-ı siyasetin aktörlerini ve onların siyaset yapma biçimlerini incelemektedir.
Öncelikle erken dönem Osmanlı siyasi muhalefetinde yeniçeri ve ulema ittifakına dikkat çeken Yazıcı’ya göre, bu ittifak sonucu ortaya çıkan muhalif hareketler çeşitli dönemlerde vezir ve sadrazam gibi yüksek seviyedeki devlet adamlarının, hatta sultanların hayatlarını tehdit etmiştir. Yeniçeriliğin kaldırılmasından sonra ise, Osmanlı Devleti’nde geleneksel olarak, daha ziyade asker-ulema ikilisi tarafından gerçekleştirilen muhalefet, Babıâli etrafında toplanmış sivil-bürokrat grup tarafından devralınır. Bu gelişme Türk siyasi geleneği bakımından olumlu bir gelişmedir.
Osmanlı aydını ve siyasi muhaliflerinin devletin kurtarılması için getirdikleri çözüm önerilerinde ilk sırayı anayasa ve parlamento alır. Osmanlı’da anayasa ve parlamento fikirlerinin olgunlaşma süreci jön akımının olgunlaşmasıyla eş zamanlıdır. Fransız İhtilali sonrasında ihtilalin getirdiği yeni sistem ve eşitlik arayışıyla Almanya, İtalya gibi Avrupa’nın çeşitli bölgelerinde ortaya çıkan jön hareketleri Osmanlı ülkesinde biraz ileri sayılabilecek bir tarihte, 1860’ların ortasında etkisini göstermeye başlar. 1859’daki Kuleli Vakası, Osmanlı siyasi muhalefetinin ilk tepkisel eylemi olarak görülebilir. Akabinde 1860’larda Yeni Osmanlılar hareketi başlar. Namık Kemal, Ziya Paşa ve Ali Suavi gibi Yeni Osmanlı hareketinin öncüleri olan aydınlar bu dönemin etkili muhalif figürleridir. Geleneğe uygun olarak Yeni Osmanlılar muhalefeti de meşruiyetini İslâmiyet’in kendisinden alır. Tıpkı Yeni Osmanlılar gibi 1890 sonrasında Jön Türklerin muhalefeti de uzunca bir süre Sultandan ziyade etrafındakilere yöneliktir.
1890’larda II. Abdülhamid’e karşı “birden bire” başlayan siyasi bir muhalif hareket ortaya çıkar. Bu hareketin temelleri 1889’da İttihad-ı Osmanî adıyla atılır ve başta Askerî Tıbbiye olmak üzere Harbiye ve Mülkiye’de bulduğu mensuplarla gelişir. Bu harekette İshak Sükuti, Abdullah Cevdet, Mehmed Reşid ve İbrahim Temo gibi isimler öne çıkar. Ahmed Rıza’nın liderliğindeki, daha sonra İttihat ve Terakki’yi oluşturacak, Jön Türk hareketi 1893 itibariyle belirgin bir hâl almaya başlar. Jön Türk grubu mensupları Osmanlı topraklarında siyaset yapmanın mümkün olmamasından dolayı Avrupa’yı muhalefetlerinin merkezi hâline getirir. Söz konusu dönemde Jön Türk grubu, bir doktrin etrafında birleşmekten ziyade pozitivist ve ateistler ile mütedeyyin insanların oluşturduğu, biraz okuyup yazan kimselerden mürekkepti. Ortak payda Abdülhamid karşıtlığı ve mevcut sistemden kaynaklanan mağduriyetti. Daha muhafazakâr bir figür olarak Mizancı Murad’ın Jön Türk grubuna katılması, bir süre sonra Ahmed Rıza ile aralarında bir liderlik probleminin başlamasına yol açtı. 1896 itibariyle bu problem tam manasıyla tebellür etti. Ahmed Rıza, karakterinden kaynaklanan nedenlerden ötürü Mizancı Murad karşısında Jön Türkler nezdinde ikinci plana düşmüş ve Mizancı Murad bir süreliğine hareketin liderliğine yükselmiştir. 1898 yılında Osmanlı Devleti’nin içindeki bazı siyasi şartların değişmesi üzerine zaten dar bir çevrede faaliyet gösteren, ciddi maddî sıkıntılar içindeki Jön Türklerin önemli bir kısmı Ahmed Celaleddin Paşa aracılığıyla yapılan anlaşma üzerine Osmanlı topraklarına geri dönerler. Bunların en başında Mizancı Murad yer alır. Ahmed Rıza ve birkaç Jön Türk bu anlaşmayı kabul etmeyerek Avrupa’da muhalefetlerini sürdürürler. Birkaç sene sonra kendilerine vaat edilenlerin yerine getirilmediğini gören Jön Türkler yeniden Avrupa’ya döner, bu sefer Cenevre merkezli, yine basın yoluyla ancak daha şiddetli bir muhalefet takip ederler. Yazıcı’nın tespitine göre Jön Türklerin Mizancı Murad ve Ahmed Rıza gibi önemli şahsiyetlerinin görüş, eleştirileri ve faaliyetleri Avrupa’da The Times, Le Figaro, Manchister Guardian ve The Observer gibi gazetelerde sıklıkla yer bulur. Bu tespit Jön Türk muhalefetinin Avrupa kamuoyunda tanınarak, takip edildiğini göstermesi açısından önemlidir.
Yazıcı’nın önemli tespitlerinden bir diğeri de Jön Türk muhalefetinin daha sert içerikli eylemlerde bulunmaya başlamasının, Ermenilerin Babıâli baskını ve Kumkapı olaylarının hemen akabine rastlamasıdır. Başkentte gerçekleşen söz konusu olayların devleti bir çeşit küçük düşürdüğüne inanan Jön Türkler bu noktada II. Abdülhamid’e karşı daha sert bir tavır takınırlar. Yazıcı’ya göre Jön Türkler uzunca bir zaman siyasi olarak Ermeniler ile aynı çizgide hareket etmemişler, Ermeni taleplerini onaylayan bir konumda bulunmamak için de uğraşmışlardır. Bununla birlikte Ermeni tepkileriyle Jön Türk muhalefeti zamanlama olarak kesişmektedir. Yazıcı, yurt dışında Paris, Cenevre, Londra gibi merkezlerde dağınık hâlde bulunan muhalif Jön Türk grubunun bir araya toparlanması düşüncesi bakımından Damad Mahmud Celaleddin Paşa’nın Avrupa’ya kaçmasını (1899) zikretmeye değer görse de sonuçları itibariyle bunun büyük bir hayal kırıklığı olduğunu vurgulamaktadır. Paşanın ölümünden sonra oğlu Prens Sabahattin’in girişimiyle, muhalefeti tek çatı altında toplamak adına Şubat 1902’de Paris’te düzenlenen Jön Türk Kongresi, belli konularda uzlaşma sağlanmasına zemin hazırlasa da, muhalifler arasında bir ayrışmayla sonuçlanır. Muhalefet, Ahmed Rıza ve Prens Sabahattin liderliğinde iki gruba ayrılır. Bu ayrılığın temel sebebi, Abdülhamid’in devrilmesi için Sabahattin’in İngiltere gibi güçlü bir devletin desteğiyle gerçekleştirilecek askerî bir darbeyi savunması; Ahmed Rıza grubunun ise ihtilalin iç dinamiklerle gerçekleşmesi gerektiğine inanmasıdır. Yazıcı, burada bir hususa daha dikkat çeker; Ahmed Rıza’nın etrafında örgütlenen grup silahlı mücadele seçeneğine uzun bir süre “direnir”. Bunlar muhalefetlerini 1906 sonrasına değin daha ziyade basın-yayın yoluyla sürdürürler.
1906 Osmanlı Hürriyet Cemiyeti’nin kurulması Jön Türk hareketinin büyük dönüşüm tarihidir. Cemiyet bu tarihten sonra gizlilik ihtiyacından dolayı toplantılarını Selanik’teki mason localarında yapar. 1907’deki II. Jön Türk Kongresi’nde alınan kararla muhalefette silah dahil her türlü vasıtanın kullanılması kabul edilir. Bu tarihten sonra Ermeniler ve Rumlarla da işbirliğine gidilir.
Jön Türklerin silahlanmasına, hatta III. Ordu’yu bir nevi ele geçirmesine rağmen 1908 Meşrutiyeti “kan dökülmeden” ilan edilir. Jön Türk örgütlenmesinde Dr. Bahaddin Şakir ve Dr. Nazım’ın isimleri kesinlikle zikredilmelidir. Zira, bu iki isim ülkenin çeşitli yerlerinde gerçekleştirdikleri örgütlenmelerle Meşrutiyetin ilanına önemli katkı sağlarlar. Meşrutiyetin ilanı, İttihat Terakki ve Jön Türklerin siyasi faaliyetlerini meşru bir zemine taşımakla birlikte sonrasında iktidarın daha ziyade perde arkasından kontrolü tercih edilir. Bu dönemde kurulan ilk siyasi yapı Fedâkârân-ı Millet Cemiyeti ve ilk parti Ahrar Fırkası’dır. İttihat ve Terakki ise daha ileri bir tarihte, önce cemiyet, akabinde fırka hüviyetine kavuşacaktır.
14 Eylül 1908’de Ahrar Fırkası’nın kurulması esasında Meşrutiyetin ilanından sonra birleşmesi umulan İttihatçılar ve Prens Sabahattin gruplarnıı kesin olarak ayırır. Yeni siyasi atmosferde ortaya çıkan diğer bir cemiyet ise 1909 Nisan’ında kurulan İttihad-ı Muhammedî Cemiyeti’dir. Esasında burada İttihat ve Terakkiye karşı bir muhalefet de doğar. Yazıcı’nın tezi Meşrutiyetin ilanından sonra ortaya çıkan bu siyasi atmosfer içinde gelişen ve “31 Mart Vakası” olarak bilinen olayları inceleyerek sona ermektedir.
2024 Güz Programı
Vakıf faaliyetlerinin en gelenekseli olan seminerler, her yıl güz ve bahar dönemlerinde gerçekleşiyor.
DETAYLI BİLGİ