- ANA SAYFA
- YAYINLAR
- BÜLTEN ARŞİV
- SAYI 71 YIL: 2009
- Türk Dış Politikasında Yumuşak Dengeleme: 2003 Irak Krizi Örneği
Türk Dış Politikasında Yumuşak Dengeleme: 2003 Irak Krizi Örneği
Murat Yeşiltaş
24 Kasım 2009
Değerlendirme: K. Zafer Şen
Marmara Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü doktorantlarından Murat Yeşiltaş, Perception: Journal of International Affairs dergisinde yayınlanacak olan “Soft Balancing in Turkish Foreign Policy: The Case of the 2003 Iraq War” (Türkiye’nin Dış Politikasında Yumuşak Dengeleme: 2003 Irak Savaş’ı Örneği) adlı makalesine ilişkin sunumunda 2003 Irak Savaşı öncesinde Türkiye’nin temel dış politika motivasyonlarının bir analizini yaptı.
Konuşmasının ilk kısmında Türkiye’nin 2003 Irak Savaşı’na yönelik dış politikasına dair kavramsal çalışmaların azlığından bahseden Yeşiltaş, kendi analizinin neo-klasik realist uluslararası ilişkiler teorisine dayandığını belirterek, bu döneme yönelik dış politikanın sözkonusu kavramsal çerçeve ile daha iyi anlaşabileceğini savundu. Yeşiltaş’a göre, Türkiye’nin 2003 Irak Savaşı öncesindeki temel dış politika motivasyonun ABD ile birlikte hareket ettiği ya da hareket etmek niyetinde olduğunu ifade eden dış politika çalışmalarında yanıltıcı bir bakış açısı bulunmaktadır. Yeşiltaş, yaptığı analizde aksine bir durumun sözkonusu olduğunu ileri sürerek, Türkiye’nin sözkonusu savaş öncesindeki dış politikasının standart realist kavramsallaştırmalarla anlaşılamayacağını savundu ve Türkiye’nin dış politikasını üç düzlemde ele alınması gereken “yumuşak dengeleme” (soft balancing) olarak tanımladı.
2003 Irak Savaşı öncesine ilişkin yapılan çalışmalar -kavramsal olarak bu konuda fazla değerlendirme olmasa da- Türkiye’nin ABD ile “birlikte hareket etme” motivasyonunu “zayıf bir gücün kuvvetli bir gücün peşine takılması (bandwagoning)” şeklinde kullanmaktadır. Sunumunda Yeşiltaş, ortaya çıkan sözkonusu genel eğilimin aksine Türkiye’nin 2003 Irak Savaşı öncesindeki dış politika motivasyonlarının açık bir şekilde “peşine takılma” olarak değerlendirilemeyeceğini ileri sürdü.
Yeşiltaş, standart realist kavramsallaştırmaların devletlerin dış politika motivasyonlarını yapıya mahkûm ettiğini ve bu yolla devlet motivasyonlarını açıklamanın oldukça eksik ve zayıf kalacağını ileri sürdü. Aynı şekilde sözkonusu kavramlar ile ittifak ilişkilerini açıklamanın zorluğuna değinen Yeşiltaş’a göre 1 Mart süreci iki analiz düzleminde, yani hem makro hem de mikro düzeyde ele alınırsa anlaşılabilir. Bu durumda, realist kavramsallaştırmanın bize sunduğu analiz düzeylerinin dışında hem bölgesel düzlemi hem de kimlik ve karakter bakımından dış politikanın tarihsel süreklilik unsurlarını dikkate alan çok boyutlu bir analiz yöntemi belirlemek gerekir:
Buna göre ilk düzlem dönüşüm ve değişim bağlamında sistemik unsurlara odaklanan makro analiz düzlemidir. Türkiye’nin benimsemiş olageldiği uluslararası oryantasyon geleneği (uluslararası hukuka uygunluk ve uluslararası kurumlarla uyum) ve kültürel bağlamda tarihsel süreklilik unsurları makro analiz düzeyinde ele alınabilir. İkinci düzlem ise, dış politika amaçları, dış politika araçları, bölgesel güvenlik kompleksi ve ulusal çıkar-güvenlik algılamasından oluşan mikro analiz düzlemidir. Bu çerçevede Türkiye açısından bakıldığında, sistemik dönüşüm makro politikaların belirlenmesinde, krizin seyri kısa vadeli öncelik ve tehditlerin belirlenmesinde; tarihsel süreklilik unsurları temel dış politika amaçlarının belirlenmesinde; iç siyasal mekanizmalar ise kriz döneminde ortaya çıkan öncelik ve tehditlerin şekillenmesinde belirleyici olmaktadır.
Yeşiltaş’a göre makro-sistemik açıklama, devletlerin kendi dışında etkili olan ve daha çok sistemik kısıtlamaların ortaya çıkardığı motivasyonlarla ilgilidir. Sözkonusu analiz düzleminde bir devletin dış politika davranışında ilk bakılması gereken eğilimlerden biri, 11 Eylül sonrasındaki uluslararası sistemin temel parametrelerinin ve -varsa- dönüşümlerin hangi düzlemde nasıl algılandığıdır. Makro düzlemin ikinci önemli ayağını ise Türkiye’nin uluslararası hukuka uygun ve uluslararası hukuktan kaynaklanan ve buna paralel olarak içinde yer aldığı kurumsal/örgütsel bağlantıların Türkiye’ye yüklediği sorumluluklardır. Yeşiltaş’a göre bu, bir bölgesel kriz ve bu krize müdahale durumunda, Türkiye’nin ilk ilgilendiği alanlardan birinin sözkonusu müdahalenin uluslararası hukuka uygunluğu ve en önemlisi de meşru bir müdahale olup olmadığını sorgulaması anlamına gelmektedir. Üçüncüsü ise, sistemik düzeyden bölgesel düzeye odaklanarak, bölgesel faktörlerin de dış politika motivasyonunda etkili olup olmadığına bakmaktadır. Sözkonusu bölgesel düzlem sadece bir ülkenin ait olduğu toplumsal düzenlerin önemini vurgulamakla kalmaz, bunlara ilaveten, ülkenin parçası bulunduğu alt sistemin, diğer bir ifadeyle bölgesel güvenlik kompleksinin etkilerini de hesaba katmak zorundadır. Yeşiltaş’a göre Türkiye, bölgesel bir güç olmanın getirdiği özelliklerden ötürü bölgesinde ortaya çıkan bir krizde, doğrudan bir küresel aktörün çıkarlarıyla birlikte hareket etmekten ziyade, izleyeceği dış politikanın muhtemel sonuçlarını ileriye dönük olarak dikkate almak zorundadır. Bu unsur daha çok kimliğe ait dinamikler tarafından belirlenirken, mevcut bir krizi yalnızca bir güvenlik ya da istikrar meselesi olarak ele almamaktır.
Yeşiltaş için ikincil devletlerin birincil devletin peşine takılma motivasyonu ile hareket etmesinin dışında bu stratejiden ayrı olarak bir dengeleme politikası izleyip izleyemeyeceği önemli bir tartışma konusudur. Yeşiltaş konuşmasında, neo-klasik realist kuramcıların bir kavramsallaştırması olan yumuşak dengelemenin, yukarıda özet olarak verilen makro sistemik düzeyde ittifak oluşumları sorunu ile doğrudan ilgilenmeden, Türkiye’nin 2003 Irak Savaşı öncesindeki dış politika anlayışıyla örtüştüğünü ileri sürmüştür. Yumuşak dengeleme, Soğuk Savaş sonrası tek kutuplu sistem içinde ABD’ye karşı diğer devletlerin motivasyonlarını klasik anlamda dengeleme olarak değil, “ABD’yi zorlamaya ve kısıtlamaya yönelik bir takım politikaların-stratejilerin geliştirilmesi” olarak tanımlanmaktadır. Yeşiltaş’a göre tek kutuplu sistemin varlığını verili kabul edip, bu sistem içinde sözkonusu kutbun liderliğini elinde bulunduran süper güce karşı “sert dengeleme”nin (hard balancing) yapıl(a)madığı ve bundan dolayı da ikincil derecede güçlü devletlerin yumuşak dengelemeyi tercih ettiğini savunan yeni-klasik realistler, sözkonusu motivasyonun sebebinin ABD’nin sistem içindeki güç dağılımında ilk sırada olması dolayısıyla ikinci dereceden güçlerin süper güç karşısında askerî ittifak yapılarına gönderme yapan klasik anlamda dengeleme arayışında olmadıklarını öne sürmektedir.
Konuşmasının teorik çerçevesini geniş bir şekilde özetleyen Yeşiltaş, ardından Türkiye’nin yumuşak dengeleme politikasını üç düzlemde ele aldı:
[i] Diplomatik yumuşak dengeleme: Türkiye’nin 2003 Irak Savaşı öncesi Ortadoğu’daki hareketli dış politikasının amacı ABD’nin Irak’a yönelik tek taraflı müdahalesini engellemekti. Bölgesel maliyetlerin ortaya çıkardığı bu yaklaşımın somut sonucunun 2003 Ocak ayında İstanbul’da yapılan Irak’a Komşu Ülkeler Dışişleri Bakanları Toplantısı olduğu söylenebilir. Sözkonusu toplantıyla Irak’a ve muhtemel Amerikan işgaline karşı bölgede ortak bir pozisyonu şekillendiren Türkiye, böylece, ABD’nin üzerinde kurduğu diplomatik baskıyı da dengelemiştir. Bu politika kısa vadede savaşı geciktirmiş ve ABD’yi bölgesel düzlemde yumuşak bir şekilde dengelemiştir.
[ii] Kurumsal yumuşak dengeleme: Türkiye, uluslararası sistem içinde ABD’ye karşı oluşan pozisyonu kullanarak Birleşmiş Milletler, NATO ve AB başta olmak üzere çeşitli hükümetler arası kuruluşlarda Irak krizinin uluslararası hukuka uygun bir düzlemde çözülmesi gerektiği yönünde bir politika takip etmiştir. Bu düzlemin en güzel örneği ise Türkiye’nin Irak tehdidine karşılık NATO’dan bir savunma kalkanı talebinde bulunmaması, böylece Irak’ı bir tehdit olarak görmediğini ABD’ye iletmiş olmasıydı.
[iii] Toprak kullanım reddi olarak yumuşak dengeleme: Yumuşak dengeleme politikasının en güzel örneği -iç politik faktörlerin oldukça etkili olduğu- 1 Mart tezkeresinin meclis tarafından kabul edilmemesiydi. 1 Mart tezkeresi öncesinde yaşanan bir dizi olay (AKP grubunun toplu karar almaması, MGK’nın meclisi işaret etmesi, siyasal ve toplumsal muhalefet, TSK’nın net bir açıklama yapmaması) tezkerenin bir kaza olmadığının en açık göstergesidir.
2024 Güz Programı
Vakıf faaliyetlerinin en gelenekseli olan seminerler, her yıl güz ve bahar dönemlerinde gerçekleşiyor.
DETAYLI BİLGİ