- ANA SAYFA
- YAYINLAR
- BÜLTEN ARŞİV
- SAYI 95 YIL: 2017
- Tarih Araştırmalarında Yeni Bir Metot: Osmanlı Arkeolojisi
Tarih Araştırmalarında Yeni Bir Metot: Osmanlı Arkeolojisi
Reyhan Körpe
Değerlendirme: Yusuf Ziya Altıntaş
Uluslararası Prof. Dr. Halil İnalcık Tarih ve Tarihçilik Sempozyumu’nda “Osmanlı Araştırmalarında Yeni Bir Yöntem Olarak Osmanlı Arkeolojisi” konulu bir tebliğ sunulmuştu. Tebliğ Osmanlı araştırmalarının yeterince kullanmadığı bir alan olan arkeoloji sahasına eğiliyor ve yeni bir disiplin olan Osmanlı arkeolojisini tanıtmayı hedefliyordu. Bilim ve Sanat Vakfı Türkiye Araştırmaları Merkezi bu tebliği vesilesiyle Tez-Makale sunumlarının Kasım ayı konuğu olarak Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi öğretim üyesi Doç. Dr. Reyhan Körpe’yi misafir etti. Bu sayede hem Sayın Körpe bir tebliğ süresinden daha geniş bir zaman diliminde konuyu sunma imkanını elde etti hem de katılımcılar bu yeni akademik disiplin üzerine birinci ağızdan bilgi sahibi olma ve konuyu müzakere imkanı buldular.
Sunumuna kısaca kendinden ve bu yeni disiplinin bir anabilim dalı olarak kuruluşundan bahsederek başladı Körpe. Tarihçi değil bir arkeolog olduğundan, bununla birlikte üniversitede Eski Çağ tarihinde ders vermesi sebebiyle tarihçilerle bir arada bulunup onların araştırma alanlarına girme şansı bulduğundan bahsetti. Tarihçi meslektaşları saha çalışmalarında kendisine danışıyorlardı. Bu çalışmalarda Osmanlı buluntularının arkeolojik yöntemlerle nasıl araştırılabileceğine, bu alanda neler yapılabileceğine dair çalışmalar yürütmüşlerdi. Nihayetinde 2014 yılında Türkiye’de ilk defa Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesinde Osmanlı Arkeolojisi Anabilim Dalını kurdular. Programın isim babası ise kendi araştırmalarında saha çalışmalarına önem veren ve ilk kez bu yönde çalışmalar yapılması gerektiğini dillendiren merhum Halil İnalcık’tı. Körpe’nin verdiği bilgilere göre bu program halihazırda yüksek lisans ve doktora seviyesinde şu anki mevcut öğrencileriyle eğitime devam ediyor ve ilk mezununu geçen sene vermiş durumda.
Neden böyle bir alanın eksikliği hissediliyor ve neden Osmanlı arkeolojisi üzerine eğilmek gerekiyordu sorusu Körpe’nin üzerinde durduğu bir meseleydi. Körpe’ye göre ülkemizde arkeolojik çalışmalarda Prehistorik dönemden Bizans İmparatorluğu’nun sonuna kadar olan dönemin maddi kültür kalıntılarını arkeolojik yöntemlerle araştırıyor, bu araştırmalar neticesinde Roma, Antik Yunan, Helenistik dönem ya da Bizans döneminin günlük yaşantılarına dair bilgi elde edebiliyoruz. Bunların üretmiş oldukları çanak çömlekleri, bastıkları paraları, mimari yapılarının özelliklerini biliyor ve hangi döneme ait olduklarını çözebiliyoruz. Buna karşın çok büyük bir coğrafyaya ve zamana yayılmasına rağmen maalesef Osmanlı dönemiyle ilgili herhangi bir arkeolojik araştırma veya programın olmadığını görüyoruz. Halbuki Osmanlı coğrafyasında bugün bir şekilde Osmanlının yaşam tarzından etkilenmiş otuzun üzerinde devlet var ve bu bölgeler arkeolojik anlamda topraklarında Osmanlı dönemine ait pek çok kalıntı barındırıyor. Osmanlı günlük/sosyal yaşamı ve buluntuları ile ilgili bilgimiz çok yetersiz ve bu döneme ait herhangi bir seramiği, mimariyi, günlük yaşamdaki nesneleri, en iyi bilindiği varsayılan ama aslında öyle olmayan sikkeyi dahi yeterince bilmiyoruz.
Selçuklu-Osmanlı dönemini konu edinen arkeolojik çalışma ve kazıların ancak yakın bir dönemde başladığına işaret eden Körpe’ye göre bu dönemlere ait arkeolojik materyali çoğunlukla yabancıların Türkiye’de, Yunanistan’da, Ege adalarında, Balkanlarda ve Ortadoğu ülkelerinde yaptıkları kazılar ve çalışmalardan ediniyoruz. Bununla beraber çok geç kalınmış olmakla birlikte günümüzde ülkemizde Osmanlı arkeolojisi diyebileceğimiz örnekler bulunuyor. Harput Kalesi, Kırklareli Demirköy’deki Fatih dönemi dökümhanesi, Edirne Yenisaray, Eskişehir Karacahisar gibi halen devam eden kazılar Körpe’nin bu bağlamda görseller eşliğinde verdiği örneklerdi. Bu noktada dikkat çektiği bir sorun da kazılarda ortaya çıkan bir buluntunun yaklaşık yedi yüz yıllık Osmanlı döneminin hangi dönemine ait olduğunun belirlenmesi meselesiydi. Bunun için alınması gereken çok yol vardı. Körpe İstanbul’a ilişkin çalışmalar hakkında da bilgiler verdi. Buna göre Saraçhane’de 1968 yılında Prof. Martin Harrison başkanlığında yapılan kazıda Osmanlı dönemine ait buluntular çıkarılmış ve bu kazı arkeolojik anlamda İstanbul’da Osmanlı dönemine ait bir ilk olmuştu. Ayrıca yakın zamanda Yenikapı kazılarında bulunan Bizans gemileriyle çok ilgilendiğimize, fakat diğer taraftan Bulgaristan sularında yapılan sualtı arkeolojisi çalışmalarında Osmanlı ticaret gemilerinin bulunduğuna dikkat çeken Körpe’ye göre aslında Marmara ve Karadeniz kıyılarında çok sayıda Osmanlı gemi modelleri bulunuyor. Bu bağlamda sualtı arkeolojisi Küresel ölçekte belli bir noktaya gelmiş durumda ve bu alan bizim maalesef yine eksik olduğumuz bir çalışma sahası. Nitekim biz çok rahat Yunan, Roma ve Bizans’a ait ticaret ve savaş gemilerini çizebiliyoruz, fakat şu anda bir Osmanlı kadırgası veya ticaret gemisi hakkında bu kadar bilgimiz yok. Ne yazık ki bunları araştıracak ekiplerimiz de yok.
Tüm bu eksiklikler Körpe’ye Türkiye’de amacı Osmanlı dönemi arkeolojisi çalışmaları olacak bir bölümün kurulması gerektiğini düşündürmüştü. Bu çerçevede ilk defa Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesinde 2014 yılında kurulan Osmanlı Arkeolojisi Anabilim Dalı, arkeoloji, sanat tarihi ve tarih olmak üzere üç ayak üzerine oturtulmuştu. Bu üç bölüm aslında Osmanlı arkeolojisi için teknik bilgi, malzemeyi tanıma ve dil gibi donanım araçları açısından birbirini tamamlayan bölümlerdi ve ortak hareket etmeliydiler. Arkeoloji bölümü teknik anlamda yüzey araştırması ve kazının nasıl yapılacağıyla ve değerlendirileceği ile ilgili teknik bilgiler veriyordu. Tarih bölümünde Osmanlı tarihi ve Osmanlıca dersleri, sanat tarihinde ise bunun malzeme bilgisi, yani küçük buluntuların değerlendirilmesi işleniyordu. Üç bölümden hocalar koordine edilmiş, yeni dersler oluşturulmuş ve bu üç bölümden sınavla ve mülakat sonrasında öğrenci alınmaya başlanmıştı. Diğer disiplinlerden gelenlere de bir yıl bilimsel hazırlık okutulmaktaydı. Verilen dersler ve yürütülen tezler hakkında bilgiler sunan, disiplinler arası çalışmalar yapılmasının hedeflendiğine, Osmanlıcaya, Osmanlı epigrafisine özellikle önem verildiğine işaret eden Körpe, bu sayede yakın bir zamanda Türkiye’de Osmanlıca bilen arkeologlar yetişeceğini belirtti.
Osmanlı arkeolojisinin bir alt alanı olup Körpe’nin bizzat verdiği derslerden biri de “savaş alanları arkeolojisi” başlığını taşıyor. Çanakkale muharebelerinin cereyan ettiği, özellikle Gelibolu yarımadasındaki mekanlarda yürüttükleri siper araştırmaları ve tabyalardaki çalışmalar, milimetrik ölçümde bulunan cihazlarla yürütülüyor ve bu sayede detaylı haritalandırma yapılabiliyor. Körpe’ye göre savaş alanı arkeolojisi, bir manada tarihte yazılmış olanların mekanda tamamlanmasıdır. Körpe’nin Osmanlı Arkeolojisi’nin geleceği ile ilgili dile getirdiği beklenti/temennileri ise yakın bir zamanda, örneğin Osmanlı kahve fincanları üzerine doktoralar, kahve fincanlarının kulp gelişimi üzerine yüksek lisanslar, Osmanlı çatı kiremitleri, tuğlaları üzerine lisansüstü çalışmalar görebilmekti.
2024 Güz Programı
Vakıf faaliyetlerinin en gelenekseli olan seminerler, her yıl güz ve bahar dönemlerinde gerçekleşiyor.
DETAYLI BİLGİ